Birinci Misal:
Bütün âsâr-ı medeniyetle tekmil ve
tezyin edilmiş, hâlî bir sahrada kurulmuş, yapılmış bir sa-
raya gayet vahşî bir adam girmiş, içine bakmış. Binlerle
muntazam sanatlı eşyayı görmüş. Vahşetinden, ahmak-
lığından, “Hariçten kimse müdahale etmeyip, o saray
içinde o eşyadan birisi o sarayı müştemilâtıyla beraber
yapmıştır” diye taharriye başlıyor. Hangi şeye bakıyor, o
vahşetli aklı dahi kabil görmüyor ki, o şey bunları yap-
sın. sonra, o sarayın teşkilât programını ve mevcudat
fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olan bir defte-
ri görür. Çendan, elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan o def-
ter dahi, sair içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur
ki, o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak,
bilmecburiye, eşya-i âhara nispeten, kavanin-i ilmiyenin
bir ünvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu def-
teri münasebettar gördüğünden, “İşte bu defterdir ki, o
sarayı teşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış,
takmış, yerleştirmiş” diyerek, vahşetini ahmakların, sar-
hoşların hezeyanına çevirmiş.
İşte, aynen bu misal gibi, hadsiz derecede misaldeki
saraydan daha muntazam, daha mükemmel ve bütün
etrafı mu’cizâne hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine,
inkâr-ı ulûhiyete giden tabiiyyun fikrini taşıyan vahşî bir
insan girer. daire-i mümkinat haricinde olan zat-ı Vaci-
bü’l-Vücud’un eser-i sanatı olduğunu düşünmeyerek ve
ondan i’raz ederek, daire-i mümkinat içinde, kader-i İlâ-
hînin yazar bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlâhi-
yenin kavanin-i icraatına tebeddül ve tagayyür eden
Lem’aLar | 435 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
reti, Allah’ın kudretiyle yaptığı iş-
ler, fiiller, tasarruflar.
levha:
tablo, resim.
mecmu:
toplam.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
misal:
örnek, temsil.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzgün.
muztar:
çaresiz, zorunluluk.
müdahale etme:
karışma.
mükemmel:
kemal bulmuş, kâ-
mil, tam.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müştemilât:
bir yapıda ayrı ayrı
işlevi bulunan, bölümler, içindeki-
ler.
nispeten:
kıyaslayarak, nispetle.
program:
tasarı, plân, proje.
sahra:
geniş ve susuz arazi, çöl.
sair:
diğer, başka.
saray:
köşk, büyük yapı.
saray-ı âlem:
âlem sarayı, dünya
sarayı.
tabiiyyun:
tabiatçılar, her şeyin
tabiatın etkisiyle meydana geldi-
ğini iddia edenler.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
taharri:
araştırma, inceleme, tah-
kik etme.
tanzim:
düzenleme.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tekmil:
tamamlama, mükemmel-
leştirme.
teşkil etmek:
şekillendirmek,
meydana getirmek.
teşkil:
şekillendirme, meydana
getirme.
teşkilât:
meydana gelme, oluşma,
kuruluş.
tezyin etmek:
süslemek.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
ünvan:
isim, sıfât.
vahşet:
yabanîlik, vahşîlik.
vahşî:
yabanî; ilkel, yabancı.
Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
varlığı mut-
laka gerekli olan, var olmak için
hiç bir sebebe ihtiyacı olmayan
zat, Allah.
ahmak:
pek akılsız, sersem,
budala.
âsâr-ı medeniyet:
medeniyet
eserleri.
aynen:
tıpkı tıpkısına, olduğu
gibi.
bilmecburiye:
mecburiyetle,
zorunlu olarak.
cihet:
yön, taraf.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
daire-i mümkinat:
kâinat, im-
kân âlemi, yaratılanların oluş-
turduğu âlem.
eser-i sanat:
sanat eseri, sanat
değeri olan eser.
eşya-i âhar:
diğer eşyalar.
fihriste:
özet.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlî:
tenha, boş, ıssız.
haricinde:
dışında, bir şeyin
dışı.
hezeyan:
saçmalama, boş ko-
nuşma.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
idare:
yönetme, bir işi yü-
rütme, çekip çevirme.
inkâr-ı ulûhiyet:
Allah’ın var-
lığını reddederek yokluğunu
kabul ve iddia etme.
i’raz:
yüz çevirme.
kabil:
olabilir, mümkün, ihti-
mal dairesinde.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kanun:
kural, yasa, prensip.
kavanin-i icraat:
işleri yürü-
türken uygulanan kanunlar.
kavanin-i ilmiye:
ilmin ka-
nunları, ilimle ilgili kanunlar.
kudret-i İlâhîye:
Allah’ın kud-