o şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede teh-
likeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her feda-
kârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “oğlum paşa
olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Av-
rupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi teh-
likeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtar-
maya çalışıyor; cehennem hapsine düşmesini nazara al-
mıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğu-
nu, ahirette şefaatçi olmak lâzım gelirken, davacı ediyor.
o çocuk, “niçin benim imanımı takviye etmeden bu he-
lâketime sebebiyet verdin?” diye şekva edecek. dünyada
da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin ha-
rika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez,
belki de çok kusur eder.
eğer hakikî şefkat suistimal edilmeyerek, bîçare veledi-
ni haps-i ebedî olan cehennemden ve idam-ı ebedî olan
dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalış-
sa, o veledin bütün ettiği hasenatının bir misli, validesinin
defter-i a’maline geçeceğinden, validesinin vefatından son-
ra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi,
ahirette de, değil davacı olmak, bütün ruhucanı ile şefaat-
çi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.
evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun
validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve
daima hissettiğim bu manayı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan
ders aldığım hâlde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sar-
sılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
beyan etme:
açıklama, izah etme,
anlatma.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
daima:
sürekli, devamlı.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
davacı:
dava eden, iddia eden, şi-
kâyetçi.
defter-i a’mal:
insanların işlediği
ve yaptığı şeylerin kaydedildiği
defter.
ebedî hayat:
sonsuz, daimî hayat,
ahiret hayatı.
esas:
asıl, temel.
evlât:
veletler, çocuklar.
fedakârlık:
feda etme, kıymet ve
ehemmiyet verilen bir şey uğ-
runda her şeyi gözden çıkarma.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştan.
hafız mektebi:
Kur’ân kursu.
hakikî:
gerçek.
haps-i ebedî:
sonsuza dek kalına-
cak hapis.
hasenat:
iyi işler, davranışlar, ha-
yırlar.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
idam-ı ebedî:
sonsuz yok oluş.
iman:
inanç, itikat.
Y
irmi
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
| 462 | Lem’aLar
istifade:
faydalanma.
kasem etme:
yemin etme,
and.
kat’î:
kesin.
kusur:
eksiklik, noksan.
lâyıkıyla:
hakkıyla, gereğiyle.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mana:
anlam.
masum:
günahı, kötülüğü ol-
mayan, suçsuz.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş.
misil:
eş, benzer, kat, miktar.
muallim:
öğretici, öğretmen.
mukabele etme:
karşılık
verme.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu.
münasebet:
sebep, vesile, do-
layı.
nazar:
dikkat.
nazara almak:
dikkate almak,
önemsemek.
ruhucan:
ruh ve can.
sebebiyet:
sebep olma, gerek-
tirme.
suistimal:
bir şeyi kötüye kul-
lanma.
şefaatçi olmak:
bir ihtiyaç sa-
hibinin af ve iyiliğe kavuşması
için aracı olmak.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, sevme.
şekva etme:
şikâyet etme,
yakınma.
takviye etme:
kuvvetlen-
dirme, destekleme.
terbiye etme:
besleme, yetiş-
tirme, eğitme.
terbiye-i İslâmiye:
İslâm ter-
biyesi.
tesir:
etki; iz bırakma.
valide:
ana, anne.
vefat:
ölüm.
velet:
çocuk, oğul.
zat:
kişi, şahıs.