gözünü aç” diye yalvardım. İkinci gün Burdurlu bir göz
hekimi geldi, gözünü açtı. kırk gün sonra yine gözü ka-
pandı. Ben çok müteessir oldum, çok dua ettim. İnşaal-
lah o dua ahireti için kabul olmuştur. Yoksa benim o du-
am, onun hakkında gayet yanlış bir beddua olurdu. Çün-
kü eceli kırk gün kalmıştı. kırk gün sonra –Allah rahmet
etsin– vefat eyledi.
İşte o merhume, kırk gün Barla’nın hazinâne bağları-
na rikkatli ihtiyarlık gözüyle bakmasına bedel, kabrinde,
cennet bağlarını kırk bin günlerde seyredeceğini kazan-
dı. Çünkü imanı kuvvetli, salâhati şiddetli idi.
evet, bir mü’min, gözüne perde çekilse ve gözü kapalı
kabre girse, derecesine göre, ehl-i kuburdan çok ziyade
o âlem-i nuru temaşa edebilir.
(1)
Bu dünyada nasıl çok
şeyleri biz görüyoruz, kör olan mü’minler görmüyorlar.
kabirde o körler, imanla gitmişse, o derece ehl-i kubur-
dan ziyade görür. en uzak gösteren dürbünlerle bakar
nev’inde, kabrinde, derecesine göre, cennet bağlarını si-
nema gibi görüp temaşa ederler.
İşte böyle gayet nurlu ve toprak altında iken göklerin
üstündeki cenneti görecek ve seyredecek bir gözü, bu gö-
zündeki perde altında, şükürle, sabırla bulabilirsin. İşte o
perdeyi senin gözünden kaldıracak, o gözle seni baktıra-
cak göz hekimi, kur’ân-ı Hakîm’dir.
Lem’aLar | 485 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
’
a
olma hâli, günahsız ve temiz oluş.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi olan
Allah’ı tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
temaşa:
bakıp seyretme.
vefat:
ölme.
ziyade:
fazla.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem-i nur:
nur âlemi, aydınlık
âlemi.
beddua:
kötü dua.
bedel:
karşılık.
deva:
ilâç, çare.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm anı.
ehl-i kubur:
kabir ehli.
gayet:
son derece, çok.
hazinâne:
keder veren, acı
uyandıran görünüşte.
hekim:
doktor.
iman:
inanç, itikat.
İnşaallah:
Allah izin verirse an-
lamında bir dua.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
merhume:
vefat etmiş, rah-
mete kavuşmuş kadın.
mü’min:
iman eden, inanan.
müteessir olmak:
üzülmek.
nevi:
çeşit, tür.
rikkatli:
incelik, merhamet ve
acıma hissi uyandıracak bir şe-
kilde.
sabır:
başa gelen üzücü olay-
lara, katlanma, dayanma.
salâhat:
dindarlıkta çok ileri
1.
Hadislerden iktibas: Sahih-iBuharî, 7:151; Fethu’l-Kebir, 1:327, 2:121, 281, 284; Kenzü’l-Ummal,
3: 276