için hastaya bakıcılara sevap kazandırmakla beraber, du-
anın makbuliyetine en mühim bir vesiledir.
evet, hastalara bakmak, ehl-i iman için mühim sevabı
vardır. Hastaların keyfini sormak, fakat hastayı sıkmamak
şartıyla ziyaret etmek, sünnet-i seniyedir,
(1)
kefaretü’z-zü-
nup olur.
(2)
Hadiste vardır ki,
“Hastaların duasını alınız;
onların duası makbuldür.”
(3)
Bahusus hasta, akrabadan olsa, hususan peder ve va-
lide olsa, onlara hizmet mühim bir ibadettir, mühim bir
sevaptır. Hastaların kalbini hoşnut etmek, teselli vermek,
mühim bir sadaka hükmüne geçer.
Bahtiyardır o evlât ki,
peder ve validesinin hastalık zamanında, onların seriütte-
essür olan kalblerini memnun edip hayır dualarını alır.
evet, hayat-ı içtimaiyede en muhterem bir hakikat olan
peder ve validesinin şefkatlerine mukabil, hastalıkları za-
manında kemal-i hürmet ve şefkat-i ferzendâne ile muka-
bele eden o iyi evlâdın vaziyetini ve insaniyetin ulviyetini
gösteren o vefadar levhaya karşı, hatta melâikeler dahi
“Maşaallah, bârekâllah” deyip alkışlıyorlar.
evet, hastalık zamanında, hastalık elemini hiçe indire-
cek gayet hoş ve ferahlı, etrafında tezahür eden şefkat-
lerden ve acımak ve merhametlerden gelen lezzetler var.
Hastanın duasının makbuliyeti ehemmiyetli bir mese-
ledir. Ben otuz kırk seneden beri, bendeki kulunç deni-
len bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki,
hastalık dua için verilmiş. dua ile duayı, yani, dua kendi
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut,
mutlu.
bahusus:
özellikle, en çok.
bârekâllah:
Allah mübarek etsin,
hayırlı ve bereketli olsun.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i iman:
inananlar, Allah’a ve
Allah’tan gelen her şeye iman
edenler.
elem:
dert, üzüntü, maddî manevî
ıztırap.
evlât:
veletler, çocuklar.
evlât:
veletler, çocuklar.
ferah:
gönül açıklığı, rahat, iç açıcı.
gayet:
son derece, çok.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir ve davranışlar.
hakikat:
gerçek.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek, değerinde olmak.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk vazi-
fesini yapma.
kefaretü’z-zünup:
günahların affı
için vesile olan.
kemal-i hürmet:
kusursuz mü-
kemmel hürmet, saygı.
levha:
manzara, tablo.
makbul:
geçerli.
makbuliyet:
kabul edilmişlik, ge-
çerlilik.
maşaallah:
Allah nazardan sakla-
sın, ne güzel, Allah korusun.
melâike:
melekler.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek, korumak.
mesele:
önemli konu.
muhterem:
saygı değer, aziz.
mukabele:
karşılık verme.
mukabil:
karşılık.
1.
Feyzü’l-Kadîr, 2:45, no: 1285.
2.
Hadislerden iktibas: Riyazü’s-Salihîn, s. 368-370; Feyzü’l-Kadîr, 6:177.
3
. Feyzü’l-Kadîr, 1:341, 595; İbniMâce, Cenaiz: 1; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 1:280.
Y
irmi
B
eşinci
l
em
’
a
| 488 | Lem’aLar
mühim:
önemli.
peder:
baba.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım.
seriütteessür:
çabuk etkile-
nen, çabuk üzülen.
sevap:
iyiliklerin karşılığında
Allah tarafından verilen mü-
kâfat.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, sevgi.
şefkat-i ferzendâne:
evlâda
yakışacak şekildeki şefkat,
muhabbet, sevgi.
şifa:
hastalıktan kurtulma, iyi-
leşme, sağlığına kavuşma.
teselli:
avutma, acısını din-
dirme.
tezahür:
zuhur etme, ortaya
çıkma, görünme.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik.
valide:
ana, anne.
vaziyet:
durum.
vefadar:
vefalı, dost olan, sev-
gisi geçici olmayan.
vesile:
vasıta, aracı.