Lem'alar - page 491

rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit etmek gibi bir hâlet, maddî has-
talıktan daha musibetli, manevî bir hastalıktır. kırılmış el-
le dövüşmek gibi, şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl
odur ki,
(1)
n
¿ƒo
©p
LGn
Q p
¬r
«n
dp
G B É s
fp
Gn
h ! És
f p
G BGƒo
dÉn
b l
án
Ñ«°/
üo
e r
ºo
¡r
àn
HÉn
°Un
G B G n
Pp
G n
øj/
òs
`dn
G
sırrıyla teslim olup sabretsin; tâ o hastalık vazifesini bitir-
sin, gitsin.
ONDOKUZUNCUDEVA
Cemîl-i zülcelâl’in bütün isimleri, “esmaü’l-Hüsna” ta-
bir-i samedanîsiyle gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat
içinde en lâtif, en güzel, en cami âyine-i samediyet de
hayattır. güzelin âyinesi güzeldir. güzelin mehasinlerini
gösteren âyine güzelleşir. o âyinenin başına o güzelden
ne gelse güzel olduğu gibi, hayatın başına dahi ne gelse,
hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o es-
maü’l-Hüsnanın güzel nakışlarını gösterir.
Hayat, daima sıhhat ve afiyette yeknesak gitse, nakıs
bir âyine olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçli-
ği ihsas edip sıkıntı verir, hayatın kıymetini tenzil eder,
ömrün lezzetini sıkıntıya kalbeder. Çabuk vaktimi geçire-
ceğim diye, sıkıntıdan ya sefahate, ya eğlenceye atılır.
Hapis müddeti gibi, kıymettar ömrüne adavet edip, ça-
buk öldürüp geçirmek istiyor.
Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar için-
de yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor,
ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte
ve musibette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor.
Lem’aLar | 491 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
a
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, yaratıklar.
musibet:
felâket, belâ, dert, sıkıntı.
müddet:
süre, zaman.
nakıs:
noksan, eksik.
nakış:
süs.
rububiyet-i İlâhiye:
Allah’ın bütün
varlık âlemini kuşatan hâkimiyeti,
yaratıcılığı ve terbiye ediciliği.
sabretme:
başa gelen üzücü olay-
lara, katlanma, dayanma.
sefahat:
yasak olan zevk ve eğ-
lencelere düşkünlük, sefihlik.
sıhhat:
hasta olmama, sağlık,
esenlik.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek, kabiliyet ve
sezgi yardımıyla kavranabilen en
ince yanı.
tabir-i Samedanî:
kendisi hiçbir
şeye muhtaç olmayan, ama her
şey kendisine muhtaç olan Al-
lah’ın yüce ifadesi, tabiri.
tahavvül:
değişme, dönüşme.
tenkit etmek:
eleştirmek.
tenzil etme:
indirme, düşürme.
teslim olmak:
emre boyun eğ-
mek, razı olmak.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
yeknesak:
tek düzen, monoton.
ziyade:
artma, çoğalma.
adavet:
düşmanlık.
adem:
yokluk.
afiyet:
sağlık, esenlik, hastalık
olmama hâli.
âkıl:
akıllı.
âyine:
ayna.
âyine-i Samediyet:
samediyet
aynası, hiçbir şeye muhtaç ol-
mayan ve bütün muhtaçlara
yardım eden Allah’ın isim ve
sıfatlarını gösteren ayna.
cami:
içine alan, kuşatıcı.
Cemîl-i Zülcelâl:
sınırsız hey-
beti ve büyüklüğüyle beraber
sonsuz güzellik sahibi Allah.
cihet:
yön.
daima:
sürekli, her zaman.
deva:
ilâç, care.
ehemmiyet:
önem.
esmaü’l-Hüsna:
Allah’ın güzel
isimleri.
hâlet:
hâl, durum.
ihsas etme:
hissettirme, sez-
dirme.
kalbetme:
değiştirme, dönüş-
türme.
kıymet:
değer.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
lâtif:
hoş, güzel, narin.
mehasin:
güzellikler, hüsün-
ler.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı,
güçlük.
1.
O sabredenler ki, başlarına bir musibet geldiğinde, “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona
döneceğiz” derler. (Bakara Suresi: 156.)
1...,481,482,483,484,485,486,487,488,489,490 492,493,494,495,496,497,498,499,500,501,...1406
Powered by FlippingBook