Lem'alar - page 495

Hem, sen müftehirâne hizmet ettiğin ve iltifatlarını ka-
zanmasına çalıştığın zatlar, hastalığın hükmüyle sana mer-
hametkârâne hizmetkârlık ettiklerinden, efendilerine
efendi oldun.
Hem, insanlardaki rikkat-i cinsiyeyi ve şefkat-i nev’iye-
yi kendine celp ettiğinden, hiçten, çok yardımcı ahbap ve
şefkatli dost buldun.
Hem, çok meşakkatli hizmetlerden paydos emrini yi-
ne hastalıktan aldın, istirahat ediyorsun.
elbette senin cüz’î elemin, bu manevî lezzetlere karşı
seni şekvaya değil, teşekküre sevk etmelidir.
YİRMİİKİNCİDEVA
ey nüzul gibi ağır hastalıklara müptelâ olan kardeş! ev-
velâ sana müjde ediyorum ki, mü’min için nüzul müba-
rek sayılıyor. Bunu çoktan ehl-i velâyetten işitiyordum,
sırrını bilmezdim. Bir sırrı şöyle kalbime geliyor ki:
ehlullah, Cenab-ı Hakka vasıl olmak ve dünyanın azîm
manevî tehlikelerinden kurtulmak ve saadet-i ebediyeyi
temin etmek için, iki esası ihtiyâren takip etmişler.
Birisi
: rabıta-i mevttir. Yani, dünya fânî olduğu gibi,
kendisi de içinde vazifedar fânî bir misafir olduğunu dü-
şünmekle, hayat-ı ebedîsine o suretle çalışmışlar.
İkincisi
: nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerin-
den kurtulmak için, çilelerle, riyazetlerle nefs-i emmarenin
öldürülmesine çalışmışlar.
Lem’aLar | 495 |
Y
irmi
B
eşinci
l
em
a
veya bir kısmının tutulması, inme,
felç.
rabıta-i mevt:
ölümü ve dünyanın
fânî olduğunu düşünerek nefsin
aldatmacalarından kurtulma.
rikkat-i cinsiye:
insanın kendi cin-
sinden olana acıması, sevmesi.
riyazet:
nefsi terbiye, dünya lez-
zetlerinden ve rahatından sa-
kınma; perhizle, kanaatle yaşama.
saadet-i ebedîye:
sonsuz mutlu-
luk.
sevk etme:
yöneltme, ulaştırma.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek, kabiliyet ve
sezgi yardımıyla kavranabilen en
zor ve en ince yanı.
suret:
biçim, tarz.
şefkat:
içten ve karşılıksız merha-
met, sevgi.
şefkat-i nev’iye:
kendi cinsine
karşı duyulan şefkat, merhamet
ve sevme hissi.
şekva:
şikâyet, yakınma.
temin etmek:
elde etmek, sağla-
mak.
teşekkür:
yapılan bir iyilik karşı-
sında minnet, memnuniyet ve şü-
kür ifade etme.
vasıl olmak:
erişmek, ulaşmak.
vazifedar:
vazifeli, görevli.
zat:
kişi, şahıs.
ahbap:
dostlar.
azîm:
büyük, yüce.
celp etme:
çekme.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi olan şeref ve yücelik sa-
hibi Allah.
cüz’î:
küçük.
çile:
nefsi ıslah için bir yere
çekilerek kırk gün ibadet et-
mek.
deva:
ilâç, care.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; Al-
lah’ın dostluğunu kazananlar.
ehlullah:
Allah adamı, velî, ev-
liya.
elem:
dert, üzüntü.
esas:
asıl, temel.
evvelâ:
birinci olarak.
fânî:
ölümlü, geçici.
hayat-ı ebedî:
ebedî, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hissiyat:
hisler, duygular.
hizmetkâr:
hizmetçi.
ihtiyâren:
seçerek, tercih ede-
rek.
iltifat:
ilgi gösterme, iyi dav-
ranıp hatır sorma.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan, ruhî ve kalbi olan.
merhametkârâne:
acıyarak,
merhamet göstererek.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı,
güçlük.
mübarek:
hayırlı, uğurlu.
müftehirâne:
iftihar ederek,
övünerek.
müjde:
sevindirici haber.
mü’min:
iman eden, inanan.
müptelâ:
düşkün, dertli, hasta.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah olan işlerin yapılma-
sını emreden nefis.
nüzul:
vücudun tamamının
1...,485,486,487,488,489,490,491,492,493,494 496,497,498,499,500,501,502,503,504,505,...1406
Powered by FlippingBook