Lem'alar - page 506

Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenha, garip,
Dide giryan, sine biryan, akıl hayran, bîhaber.
o vakit gurbetteydim. Me’yusâne bir hüzün ve neda-
metkârâne bir teessüf ve istimdatkârâne bir hasret hisset-
tim.
Birden, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan imdada yetişti. Bana o
kadar kuvvetli bir rica kapısını açtı ve öyle hakikî bir te-
selli ziyasını verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki
ye’si dahi izale eder ve o karanlıkları dağıtabilirdi.
evet, ey benim gibi dünya ile alâkaları kesilmeye baş-
layan ve dünya ile bağlanan ipleri kopmaya yüz tutan
muhterem ihtiyar ve ihtiyareler!
Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir, bir
saray hükmünde halk eden bir sâni-i zülcelâl, mümkün
müdür ki, o şehirde, o sarayda, en ehemmiyetli misafirle-
riyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin? Madem bile-
rek bu sarayı yapmış ve irade ve ihtiyâr ile tanzim ve tez-
yin etmiş; elbette nasıl ki yapan bilir, öyle de bilen konu-
şur. Madem bu sarayı, bu şehri bize güzel bir misafirhane
ve ticaretgâh yapmış; elbette bize karşı münasebatını ve
bizden arzularını gösterecek bir defteri, bir kitabı buluna-
caktır.
İşte o kudsî defterin en mükemmeli, kırk vecihle mu’ci-
ze ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde
gezen, nur serpen ve her bir harfinde asgarî olarak on
alâka:
ilişki. Bağ.
arzu:
aşırı istek.
asgarî:
en az.
bîhaber:
habersiz.
biryan:
püryan, kavrulmuş.
dide:
göz.
ehemmiyet:
önem.
fevk:
üst.
giryan:
gözyaşı döken, ağlayan.
gurbet:
yabancı memleket.
hakikî:
gerçek.
halk:
yaratma.
hasret:
özlem.
heba:
harcama, boşa gitme.
hissetmek:
algılamak.
hükmünde:
yerinde.
hüzün:
keder, tasa.
ihtiyar:
yaşlı erkek.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
a
| 506 | Lem’aLar
ihtiyâr:
istek, tercih.
ihtiyare:
yaşlı kadın.
imdat:
yardım.
irade:
dileme, isteme.
istimdatkârâne:
yardım eder-
cesine.
izale:
giderme.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerini
yapmaktan âciz bırakan
Kur’ân-ı Kerîm.
lâkin:
ama, fakat.
me’yusâne:
ümitsizce, üzüle-
rek.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların âciz kaldığı şey.
muhterem:
saygı değer, aziz.
muntazam:
nizamlı, düzenli.
mükemmel:
en olgun, en kâ-
mil.
münasebat:
münasebetler,
ilişkiler.
nakd-i ömür:
ömür serma-
yesi.
nâlân:
inleyen, feryat eden.
nedametkârâne:
pişmanlık
duyarak.
nur:
aydınlık, ışık.
rica:
istek, arzu, ümit.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi, her şeyi sanatla ya-
ratan Allah.
sine:
kalb, gönül.
tanzim:
sıralama, düzenleme.
teessüf:
üzülme, acı duyma.
tenha:
yalnız, tek.
teselli:
avunma.
tezyin:
süsleme.
ticaretgâh:
ticaret yapılan yer.
vaziyet:
durum, hâl.
vecih:
yön.
yeis:
ümitsizlik.
ziya:
ışık, nur.
1...,496,497,498,499,500,501,502,503,504,505 507,508,509,510,511,512,513,514,515,516,...1406
Powered by FlippingBook