gurbettir. Ve bu gece ve dağın garibâne vaziyetindeki ha-
zin gurbetten daha ziyade hazin ve elîm bir gurbete ya-
kınlaşıyorum ki, bütün dünyadan birden müfarakat zama-
nı yakınlaştığını ihtiyarlık bana haber veriyor. Bu gurbet
gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir
rica, bir nur aradım.
Birden, iman-ı billâh imdada yetişti. öyle bir ünsiyet
verdi ki, bulunduğum muzaaf vahşet bin defa tezauf et-
seydi, yine o teselli kâfi gelirdi.
evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem rahîm bir Hâ-
lık’ımız var; bizim için gurbet olamaz. Madem o var; bi-
zim için her şey var. Madem o var; melâikeleri de var.
öyle ise bu dünya boş değil; hâlî dağlar, boş sahralar Ce-
nab-ı Hakkın ibadıyla doludur. zîşuur ibadından başka,
onun nuruyla, onun hesabıyla taşı da, ağacı da birer mu-
nis arkadaş hükmüne geçer, lisan-ı hâl ile bizimle konu-
şabilirler ve eğlendirirler.
evet, bu kâinatın mevcudatı adedince ve bu büyük ki-
tab-ı âlemin harfleri sayısınca, vücuduna şahadet eden;
ve zîruhların medar-ı şefkat ve rahmet ve inayet olabilen
cihazatı ve mat’umatı ve nimetleri adedince rahmetini
gösteren deliller, şahitler, bize rahîm, kerîm, enis, Ve-
dûd olan Hâlık’ımızın, sâniimizin, Hamî’mizin dergâhını
gösteriyorlar. o dergâhta en makbul bir şefaatçi, acz ve
zaaftır. Ve acz ve zaafın tam zamanı da ihtiyarlıktır. Böy-
le bir dergâha makbul bir şefaatçi olan ihtiyarlıktan küs-
mek değil, sevmek lâzımdır.
Lem’aLar | 511 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
munis:
cana yakın, dost.
muzaaf:
kat kat.
müfarakat:
ayrılık.
nimet:
lütuf, ihsan.
nur:
aydınlık, ışık.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
şefkat gösterme.
rica:
ümit.
sahra:
geniş ve susuz arazi, çöl.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
şahadet:
şahitlik etme.
şahit:
tanık.
şefaat:
bir suçlu veya ihtiyaç sa-
hibinin af ve iyiliğe kavuşması için
yapılan aracılık.
teselli:
avunma.
tezauf:
kat kat artma.
ünsiyet:
dostluk, alışkanlık.
vaziyet:
durum, hâl.
Vedûd:
çok şefkatli olan ve çok
sevgi beslenen, seven ve sevilen
Allah.
zaaf:
zayıflık, âcizlik.
zîruh:
ruh sahibi, canlı.
zîşuur:
şuur sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adet:
sayı.
Cenab-ı Hak:
Hz. Allah.
cihazat:
cihazlar, organlar.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan.
dergâh:
sığınılacak yer, ma-
kam.
elîm:
çok dert ve keder veren,
elemli.
enis:
yarattığı varlıklara çok
yakın, dost olan Allah.
garibâne:
garipçe, garip ola-
rak.
gurbet:
gariplik, yabancılık.
hâlî:
tenha, ıssız.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
Hamî:
himaye eden, koru-
yucu, koruyan, gözeten Allah.
hazin:
hüzün veren, acıklı.
hükmüne:
yerine.
hüzün:
keder, tasa.
ibad:
kullar.
ihtiyare:
yaşlı kadın.
iman-ı billâh:
Allah’a iman.
inayet:
yardım.
kâfi:
yeter.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
Kerîm:
“ikram ve ihsanı bol
olan” anlamında Allah’ın bir
ismi.
kitab-ı âlem:
bir kitap hüvi-
yetinde olan âlem, kâinat.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
lisan-ı hâl:
bir şeyin duruşu
ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
makbul:
reddedilmeyen, ge-
çerli.
mat’umat:
yenecek şeyler.
medar-ı şefkat:
şefkat vesi-
lesi.
melâike:
melekler.