sağ ile soldan tevahhuş edip hazır günüme baktım. o
gafletli ve tarihvari nazarıma o hazır gün, yarım ölmekte
ve hareket-i mezbuhanedeki ıztırap çeken cismimin ce-
nazesini taşıyan bir tabut suretinde göründü.
sonra bu cihetten dahi me’yus olunca, başımı kaldırıp,
ömrümün ağacının başına baktım. gördüm ki, o ağacın
tek bir meyvesi var; o da benim cenazemdir, o ağaç üs-
tünde duruyor, bana bakıyor.
o cihetten dahi tevahhuş edip başımı aşağıya eğdim,
o ömür ağacının aşağısına, köküne baktım. gördüm ki,
o aşağıda olan toprak, kemiklerimin toprağıyla mebde-i
hilkatimin toprağı birbirine karışmış bir surette, ayaklar
altında çiğneniyor gördüm. o da derman değil, belki der-
dime dert kattı.
sonra mecburiyetle arkama baktım. gördüm ki, esas-
sız, fânî olan dünya, hiçlik derelerinde ve yokluk zulüma-
tında yuvarlanıp gidiyor. derdime merhem ararken, ze-
hir ilâve etti.
o cihette dahi hayır göremediğimden, ön tarafıma
baktım, ileriye nazarımı gönderdim. gördüm ki, kabir
kapısı tam yolumun üstünde açık görünüp, ağzını açmış,
bana bakıyor. onun arkasında, ebed tarafına giden cadde
ve o caddede giden kafileler uzaktan uzağa nazara çar-
pıyor.
Ve bu altı cihetten gelen dehşetlere karşı bana nokta-i
istinat ve silâh-ı müdafaa olacak, cüz’î bir cüz-i ihtiyârîden
Lem’aLar | 513 |
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
cenaze:
insan ölüsü.
cihet:
yön.
cüz-i ihtiyârî:
kisbden başka
hiçbir şeye gücü yetmeyen az
bir arzu serbestliği.
cüz’î:
küçük.
derman:
ilâç, çare.
ebed:
sonsuzluk, daîmilik.
esas:
asıl.
fânî:
ölümlü, geçici.
gaflet:
gafillik, endişesizlik.
hareket-i mezbuhane:
son
ümit ile yapılan çırpınma ha-
reketi.
ıztırap:
aşırı elem, azap.
kafile:
topluluk.
mebde-i hilkat:
yaratılışın
başlangıcı.
mecburiyet:
zorunluluk.
merhem:
yaraya sürülen ilâç.
me’yus:
ümitsiz.
nazar:
bakış.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası.
ömür:
yaşama, hayat.
silâh-ı müdafaa:
savunma,
karşı koyma silâhı.
suret:
biçim, görünüş.
tabut:
içine ölü konulan san-
dık.
tarihvari:
tarihe benzer.
tevahhuş etmek:
korkmak,
ürkmek.
zulümat:
karanlıklar.