içinde gayet çirkin, sarhoş, sersem bir yüz gördüm. eğer
mahiyetini bilmeseydim birkaç sene beni sarhoş edip gül-
dürmesine bedel, yüz sene dünyada kalsam beni ağlattı-
racaktı. nasıl ki öylelerden birisi ağlayarak demiş:
o
Ö«°/
ûn
Ÿr
G n
?n
©n
an
Ép
à o
?n
ôp
Ñr
No
Én
a Ék
er
ƒn
j o
Oƒo
©n
j n
ÜÉn
Ñ°s
ûdG n
âr
«`n
d
Yani,
“Keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık be-
nim başıma ne kadar hazin hâller getirdiğini ona şekva
edip söyleyecektim.”
evet, bu zat gibi gençliğin mahiyetini bilmeyen ihtiyar-
lar, gençliklerini düşünüp teessüf ve tahassürle ağlıyorlar.
Hâlbuki gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başın-
da ve kalbi yerinde bulunan mü’minlerde olsa, ibadete ve
hayrata ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir
vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır. Ve o
gençlik, vazife-i diniyesini bilip suistimal etmeyenlere, kıy-
mettar, zevkli bir nimet-i İlâhiyedir. eğer istikamet, iffet,
takva beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıy-
la saadet-i ebediyesini ve hayat-ı uhreviyesini zedeler. Bel-
ki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki bir iki sene
gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve ke-
der çeker.
Madem ekser insanlarda gençlik zararlı düşüyor. Biz
ihtiyarlar Allah’a şükretmeliyiz ki, gençlik tehlikelerinden
ve zararlarından kurtulduk. Her şey gibi, elbette gençli-
ğin dahi lezzetleri gidecek. eğer ibadete ve hayra sarf edil-
mişse, o gençliğin meyveleri onun yerinde bâkî kalıp, ha-
yat-ı ebediyede bir gençlik kazanmasına vesile olur.
bâkî:
ebedî, daimî.
bedel:
karşılık.
berbat:
harap, perişan.
ehl-i huzur:
huzur sahibi.
ehl-i kalb:
kalbiyle manevî terak-
kide bulunanlar.
ekser:
pek çok.
gam:
tasa, keder.
gayet:
son derece.
hâl:
durum.
hâlbuki:
oysa ki.
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 520 | Lem’aLar
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hayat-ı ebedîye:
ebedî ve
sonsuz hayat.
hayat-ı uhreviye:
ahirete ait
olan hayat.
hayır:
iyilik, hayırlı şeyler.
hayrat:
hayırlar.
hazin:
hüzün veren, elemli.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini
yerine getirme.
iffet:
temizlik, ahlâkî temizlik.
istikamet:
doğruluk.
keder:
tasa, kaygı.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
iç yüzü.
mü’min:
iman eden, inanan.
nimet-i İlâhîye:
Allah’ın ni-
meti.
saadet-i ebedîye:
sonsuz
mutluluk.
sarf:
harcama.
suistimal:
bir şeyi kötüye kul-
lanma.
şekva:
şikâyet.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tahassür:
özlem, elde edile-
meyen şeye üzülme.
takva:
Allah korkusuyla dinin
yasak ettiği şeylerden ka-
çınma.
teessüf:
üzülme, eseflenme.
ticaret-i uhreviye:
ahiret ha-
yatı için yapılan ticaret.
vasıta-i hayrat:
hayırlara va-
sıta olan.
vazife-i diniye:
dinî vazifeler.
vesile:
vasıta.
vesile-i ticaret:
uhrevî ticaret
vesilesi, sebebi.
zat:
kişi, şahıs.
zedelemek:
zarar vermek.