sonra, gizli düşman münafıklar, hükümetin nazar-ı dik-
katini benim şahsıma çevirdiler. eski siyasî hayatımı ha-
tırlattırdılar. Hem adliyeyi, hem maarif dairesini, hem za-
bıtayı, hem dahiliye Vekâletini evhamlandırdılar. partile-
rin cereyanları ve komünistlerin perdesinde anarşistlerin
tahrikâtıyla o evham genişlendi. Bizi tazyik ve tevkif ve
ellerine geçen risaleleri müsadereye başladılar. nur şakirt-
lerinin faaliyetine tevakkuf geldi. Benim şahsımı çürütmek
fikriyle, bir kısım resmî memurlar, hiç kimsenin inanma-
yacağı isnatlarda bulundular, pek acip iftiraları işaaya ça-
lıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar.
sonra, pek adî bahanelerle, zemheririn en şiddetli so-
ğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gayet soğuk
ve iki gün sobasız bir koğuşta, tecrid-i mutlak içinde hap-
settiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar
ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığım-
dan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette, hem soğuk-
tan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çır-
pınırken, bir inayet-i İlâhiye ile bir hakikat kalbimde inki-
şaf etti.
Manen, “sen hapse medrese-i Yusufiye namı vermiş-
sin. Hem denizli’de, sıkıntınızdan bin derece ziyade hem
ferah, hem manevî kâr, hem oradaki mahpusların nur-
lardan istifadeleri, hem büyük dairelerde nurların fütuha-
tı gibi neticeler, size şekva yerinde binler şükrettirdi. Her
bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı on saat ibadet hükmüne
getirdi, o fânî saatleri bâkîleştirdi. İnşaallah, bu üçüncü
medrese-i Yusufiyedeki musibetzedelerin nurlardan
acip:
şaşılan ve hayret uyandıran
şey.
adi:
bayağı, basit.
adliye:
mahkeme.
anarşist:
yıkıcı, tahripkâr.
bahane:
uydurma sebep.
bâkî:
ebedî, daimî.
cereyan:
siyaset hareketi.
dahiliye vekâleti:
İç işleri Bakan-
lığı.
daima:
sürekli, her zaman.
evham:
vehimler, esassız şeyler.
faaliyet:
icraat.
fânî:
geçici.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç.
fütuhat:
zaferler, fetihler.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hükmüne:
değerine.
hükûmet:
yönetim.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini ye-
rine getirme.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme.
inayet-i İlâhîye:
Allah’ın yardımı.
inkişaf:
açılma, keşfolunma.
İnşaallah:
Allah izin verirse.
isnat:
dayandırma.
istifade:
faydalanma.
işaa:
herkese duyurma.
koğuş:
hapishane gibi umumî bi-
nalarda çok sayıda kişinin otur-
Y
irmi
a
lTıncı
l
em
’
a
| 566 | Lem’aLar
masına veya yatmasına mah-
sus büyük oda.
komünist:
komünizm yanlısı.
maarif:
Eğitim Bakanlığı.
mahpus:
hapsedilen kişi.
manen:
ruhça, mana itibarıyla.
manevî:
manaya ait.
medrese-i Yusufiye:
iman ve
Kur’ân’a hizmetinden dolayı
tevkif edilenlerin hapsedildiği
yer manasında, hapishane.
musibetzede:
belâya uğrayan.
münafık:
nifak sokan, ikiyüz-
lülük eden.
müsadere:
el konulma.
nam:
ad.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
netice:
sonuç.
nur:
aydınlık, ışık.
perde:
örtü, himaye.
resmî:
devlet adına olan.
sıtma:
titreme, ateş ve ter nö-
betleriyle kendini gösteren bir
hastalık.
siyasî:
politik.
şakirt:
talebe.
şekva:
şikâyet.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tahrikât:
ayaklandırma, kış-
kırtma.
tazyik:
zorlama, baskı.
tecrid-i mutlak:
hücre hap-
sinde bulundurmak.
tevakkuf:
duraklama.
tevkif:
tutuklama.
vaziyet:
durum, hâl.
zaafiyet:
zayıflık, âcizlik.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare.
zemherir:
22 Aralık’tan 31
Ocak’a kadar olan şiddetli kış
dönemi.
ziyade:
fazla.