senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başı-
nı yesin ve yiyecek!
ey küfür ve küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Aca-
ba, hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem
kalbinde dehşetli musibetlerle musibetzede olmuş ve aza-
ba düşmüş bir adamın, cismiyle zahirî bir surette, aldatı-
cı bir ziynet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti müm-
kün olabilir mi? ona mes’ut denilebilir mi?
Âyâ, görmüyor musun ki, bir adamın cüz’î bir emirden
me’yus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve
ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiy-
le, tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazip
ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Hâlbuki,
senin şeametinle kalbinin en derin köşelerinde ve ruhu-
nun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihe-
tiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri on-
dan neş’et eden bir bîçare insana hangi saadeti temin edi-
yorsun? Acaba, zail, yalancı bir cennette cismi bulunan
ve kalbi, ruhu cehennemde azap çeken bir insana mes’ut
denilebilir mi? İşte, sen bîçare beşeri böyle baştan çıkar-
dın; yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azap çektiri-
yorsun.
ey beşerin nefs-i emmaresi! Bu temsile bak, beşeri ne-
reye sevk ettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var.
Birisinden gidiyoruz. görüyoruz ki, her adım başında bî-
çare, âciz bir adam bulunur. zâlimler hücum edip malını,
eşyasını gasp ederek kulübeciğini harap ediyorlar.
âciz:
zayıf, güçsüz.
âyâ:
‘acaba, nasıl oluyor’ gibi şaş-
kınlık bildiren bir edat.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli acı.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
beşer:
insan.
bîçare:
çaresiz.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük.
dalâlet:
doğru yoldan ayrılma, az-
ma.
ehemmiyet:
önem.
elem:
üzüntü, kaygı, maddî-ma-
nevî ıztırap.
emel:
ümit, umma, şiddetli arzu.
gasp:
zorla alma, zaptetme.
hâlbuki:
oysa ki.
Harap etme:
yıkma, alt üst etme.
hücum:
saldırma.
inkisar-ı hayal:
hayal kırıklığı.
inkıta:
kesilme, arkası gelmeme.
küfran:
görülen iyiliği unutma,
nankörlük.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, imansızlık, dinsizlik.
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 292 | Lem’aLar
meselâ:
örneğin.
mes’ut:
saadetli, bahtiyar, kut-
lu.
me’yus:
ümitsiz, kederli.
musibet:
felâket, belâ.
musibetzede:
belâya uğrayan,
hastalık veya başka dertlere
uğrayan.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah olan işlerin yapılma-
sını emreden nefis.
neş’et:
meydana gelme, ileri
gelme.
neşir:
yayma.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
saadet:
mutluluk.
servet:
zenginlik.
sevk:
yönlendirme.
suret:
biçim, tarz.
şeamet:
uğursuzluk, meyme-
netsizlik.
tazip:
sıkıntı verme, azap çek-
tirme.
temin:
sağlama, karşılama.
temsil:
benzetme, örnek.
vaziyet:
durum.
vehmî:
vehimle ilgili; gerçek-
te olmayıp fakat sanılan ku-
runtu.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
zahirî:
görünürde.
zail:
zeval bulan, sona eren,
yok olan.
zalim:
zulmeden, haksızlık
eden.
zindan:
hapishane.
ziynet:
süs.