emriyle o askerlerin bir kısmını terhis ediyorlar. silâhları-
nı, atlarını ve mirî levazımatlarını alıyorlar, onlara izin tez-
keresini veriyorlar. o terhis olunan neferler, çendan ün-
siyet ettikleri at ve silâhların teslim alınmasından zahiren
mahzun oluyorlar; fakat hakikat noktasında, terhisle mü-
ferrah olup, sultanın ziyaretine ve padişahın payitahtına
dönmesi ve padişahı ziyaret etmesi cihetinde gayet mem-
nun oluyorlar.
Bazen terhis memurları acemi bir nefere rast geliyor-
lar. nefer onları tanımıyor. “silâhını teslim et” diyorlar.
nefer diyor: “Ben padişahın askeriyim, onun hizmetin-
deyim. sonra onun yanına gideceğim. siz neci oluyorsu-
nuz? eğer onun izin ve rızasıyla gelmişseniz, göz ve baş
üstüne geldiniz. emrini gösteriniz. Yoksa çekiliniz, ben-
den uzak olunuz. Ben tek başımla kalsam, sizler binler
dahi olsanız, yine sizinle dövüşeceğim. kendi nefsim için
değil, çünkü nefsim benim değil, benim sultanımındır.
Belki bendeki nefsim ve silâhım, malikimin emanetidir.
emaneti muhafaza ve sultanımın haysiyetini himaye ve
izzetini vikaye için size baş eğmeyeceğim!”
İşte, o ikinci yoldaki medar-ı sürur ve saadet olan bin-
ler ahvalden bu hâl bir numunedir. sair ahvali sen kıyas
et. Bütün o ikinci yolun seferinde, tevellüdat namında, se-
vinç ve şenlikle bir tahşidat ve sevkiyat-ı askeriye vardır ve
vefiyat namında sürur ve mızıka ile terhisat-ı askeriye gö-
rünüyorlar. İşte, kur’ân-ı Hakîm beşere bu yolu hediye
etmiştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki
ahval:
hâller, durumlar.
beşer:
insanlık.
cihet:
yön.
çendan:
gerçi.
emanet:
geri alınmak üzere bıra-
kılan şey.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hediye:
armağan.
himaye:
koruma.
izzet:
değer, itibar, şeref.
kıyas:
karşılaştırma.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 294 | Lem’aLar
lar bulunan Kur’ân.
levazımat:
lüzumlu maddeler.
mahzun:
hüzünlü, kederli.
malik:
sahip.
medar-ı sürur:
sevinç ve ne-
şe vesilesi, sebebi.
memnun:
hoşnut, razı.
mirî:
devlete, hazineye ait.
mızıka:
bando, armonika.
muhafaza:
koruma.
müferrah:
feraha kavuşmuş,
gönül huzuruna kavuşmuş.
namında:
adında.
nefer:
er.
nefis:
kendi, şahıs.
numune:
örnek.
padişah:
hükümdar.
payitaht:
yüce divan.
rıza:
razı olma, kabul etme.
saadet:
mutluluk.
sair:
diğer, başka.
sefer:
yolculuk.
sevkiyat-ı askeriye:
asker
sevkiyatı.
sultan:
padişah, hükümdar.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tahşidat:
toplamalar, yığma-
lar.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
terhisat-ı askeriye:
asker ter-
hisleri.
teslim:
bir emaneti yerine ver-
me.
tevellüdat:
tevellütler, do-
ğumlar.
tezkere:
resmî izin kâğıdı.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet.
vefiyat:
ölümler, vefatlar.
vikaye:
ayakta tutma.
zahiren:
görünüşte.