etmiyorlar. Belki beşerin ağlanacak acı hâllerindeki eble-
hâne gülmesine, o ışıklar müstehziyâne gülüp eğleniyor.
Her bir zîhayat, senin şakirtlerin nazarında, zalimlerin
hücumuna maruz, miskin birer musibetzededirler. dün-
ya bir matemhane-i umumiyedir. dünyadaki sedalar
ölümlerden, elemlerden gelen vaveylâlardır. senden tam
ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat en hasis şeye
ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi kendine rab te-
lâkki eden bir firavun-i zelildir.
Hem senin şakirdin mütemerrittir. Fakat bir lezzeti için
nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerrittir. Hasis
bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık
gösterir.
Hem cebbardır. Fakat kalbinde bir nokta-i istinat bula-
madığı için, zatında gayet âciz bir cebbar-ı hodfüruştur.
o şakirdin gaye-i himmeti hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin
ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-i
nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan
bir dessastır. nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sev-
miyor, her şeyi nefsine feda ediyor.
Amma kur’ân’ın halis ve tam şakirdi ise, bir abddir.
Fakat azam-ı mahlûkata karşı da ubudiyete tenezzül
etmez ve cennet gibi en büyük ve azam bir menfaati
gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir.
Hem halim selimdir. Fakat Fâtır-ı zülcelâl’inden baş-
kasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir
halim-i âlihimmettir.
Lem’aLar | 297 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık.
hücum:
saldırma.
ibadet:
tapma, kulluk.
maruz:
bir şeyin karşısında ve te-
siri altında bulunan, uğrama.
matemhane-i umumiye:
herke-
sin yas tuttuğu bir yer.
menfaat:
fayda.
menfaat-i nefis:
nefsin menfaati.
miskin:
zavallı.
musibetzede:
belâya uğrayan,
hastalık veya başka dertlere uğ-
rayan.
müstehziyâne:
istihza edercesi-
ne, alay ederek.
mütemerrit:
temerrüt eden, dik
başlı, inatçı.
nazar:
bakış, itibar.
nefis:
kendi, kötülüğü isteyen ve
teşvik eden kötü nefis.
nihayet:
sonsuz.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
perde:
örtü, engel.
rab:
sahip, efendi.
seda:
ses.
selim:
temiz, samimi.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tatmin:
doyma, doygunluk.
telâkki:
kabul etme.
tenezzül:
alçalma.
teskin:
sakinleştirme.
tezellül:
kendini hor ve hakir gös-
terme, alçalma.
ubudiyet:
kulluk.
vaveylâ:
çığlık, feryat.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden.
zat:
asıl, öz.
zîhayat:
hayat sahibi.
zillet:
hakirlik, aşağılık, bayağılık.
abd:
kul.
abd-i aziz:
izzetli ve şerefli kul.
âciz:
zayıf, güçsüz.
azam:
en büyük.
azam-ı mahlûkat:
yaratıkla-
rın en büyüğü.
beşer:
insanlık.
cebbar:
zorba.
cebbar-ı hodfüruş:
devamlı
kendini beğendirmeye çalışan,
zalim ve gaddar zorba.
dessas:
desise eden, aldatıcı,
hileci.
eblehâne:
akılsızcasına, ah-
makçasına.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
Fâtır-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve benzeri olmayan
şeyleri yaratan Allah.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fedakâr:
feda eden.
firavun:
imansız, kâfir.
firavun-ı zelil:
aşağılık firavun.
gaye-i himmet:
gayret ve ça-
banın gayesi, çalışmanın ama-
cı.
gaye-i ubudiyet:
kulluk gaye-
si.
gayet:
son derece.
gurur:
boş şeylerle böbürlen-
me, kibir.
halim:
yumuşak huylu, uysal.
halim-i âlihimmet:
yüce gay-
retli, yumuşak huylu ve ağır-
başlı.
halis:
samimi, saf, her ameli-
ni, yalnız Allah rızası için işle-
yen.
hamiyet:
gayret.
hasis:
adî, alçak, bayağı.
hevesat-ı nefsaniye:
nefsin
gelip geçici olan çirkin arzu ve
istekleri.