bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-i himmetten
dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye davet
eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa, o az dâîleri
susturup çoklara yardım etsen, şeytana arkadaş olursun.
Âyâ, zanneder misin, bu milletin fakr-ı hâli dinden ge-
len bir züht ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten
neş’et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmü-
yor musun ki, Çin ve Hint’teki Mecusî ve Berahime ve
Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu altına giren
milletler bizden daha fakirdirler? Hem görmüyor musun
ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmı-
yor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, de-
siseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.
sizin cebren böyle ehl-i imanı
mim
’siz medeniyete sevk
etmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emni-
yet ve kolayca idare etmek ise, kat’iyen biliniz ki, hata
ediyorsunuz, yanlış yola sevk ediyorsunuz. Çünkü itikadı
sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fasıkın idaresi ve onlar için-
de asayiş temini, binler ehl-i salâhatin idaresinden daha
müşküldür.
İşte bu esaslara binaen, ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa
sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. terak-
kiyat ve asayişler bununla temin edilmez. Belki mesaile-
rinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve
teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da,
dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salâbet-i diniye ile
olur.
Lem’aLar | 305 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
için yenen şey.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mabeyn:
ara.
maksat:
amaç, gaye.
mecusî:
ateşe tapan, Zerdüşt di-
nini benimseyen.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
mesail:
meseleler.
muhtaç:
ihtiyacı olan, ihtiyaç için-
de bulunan.
münafık:
nifak sokan, ikiyüzlülük
eden.
müşkül:
zor, güç.
neş’et:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
salâbet-i diniye:
dinini ve dinin
emirlerini korumak ve tatbik et-
medeki ciddiyet ve sağlamlık.
sevk:
önüne katıp sürme.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma.
tanzim:
düzenleme, düzeltme, iyi-
leştirme.
tasallut:
musallat olma, tahak-
küm.
teavün:
yardımlaşma.
temin:
sağlama, karşılama.
terakkiyat:
terakkiler, yükselişler,
ilerlemeler.
terk-i dünya:
dünyayı terk etme,
dünyadan vazgeçip bir köşeye çe-
kilme.
teshil:
kolaylaştırma.
tesis:
kurmak, meydana getirmek.
teşvik:
şevklendirmek, cesaret
vermek.
ulüvv-i himmet:
yüce himmet ve
gayretlilik.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden,
gaddar.
zan:
sanma.
zarurî:
mecburî, zorunlu.
ziyade:
çok, fazla.
züht:
dünyaya karşı kalbde duyu-
lan soğukluk ve isteksizlik, nefsî
ve dünyevî arzuları terk etme.
asayiş:
emniyet; korku ve en-
dişeden uzak olma, kanun ve
nizam hâkimiyetinin sağlan-
ması.
âyâ:
‘acaba, nasıl oluyor’ gibi
şaşkınlık bildiren bir edat.
Berahime:
Brahmanizm dini-
ne bağlı olanlar.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
-den dolayı.
cebren:
zorla, cebirle.
dâî:
davet eden, çağıran.
desise:
hile, aldatmaca.
düstur:
kaide, kural.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
ehl-i salâhat:
iyi ve güzel ah-
lâklı olanlar, barıştırıcı kimse-
ler.
emniyet:
eminlik, güvenlik,
korkusuzluk.
esas:
bir işin aslî usul ve ka-
ideleri.
evamir-i kudsiye:
kudsî emir-
ler.
fakr-ı hâl:
fakir olma hâli, fa-
kirlik.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı
hareket eden, günahkâr.
gasp:
zorla alma, el koyma.
hamiyet:
gayret.
hayat-ı bâkiye:
bitmeyen,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık.
idare:
yönetme, bir işi yürüt-
me.
itikat:
Allah’a inanma, kesin
inanış; iman.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin
olarak.
kut:
yaşatacak gıda, yaşamak