öyle de, hububatta, sümbüllenmek vazifesinde öyle sürur-
lu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor.
İşte “
sünnetullah
” tabir edilen, kâinatta cereyan eden
bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle yaşa-
yan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle, sa’y eden,
çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çün-
kü, daima işsizler ömründen şikayet eder, eğlence ile ça-
buk geçmesini ister. sa’y eden ve çalışan ise şakirdir,
hamd
eder,
ömrünün
geçmesini
istemez.
(1)
l
ôp
cÉn
°T o
? p
eÉn
©r
dG ?p
YÉs
°ùdGn
h /
? p
ôr
ªo
Y r
øp
e m
?Én
°T o
?p
WÉn
©r
dG o
íj/
În
° r
ù o
ªr
dn
G
küllî
düsturdur. Hem o sırladır ki, “
Rahat zahmette, zahmet
rahattadır
” cümlesi darbımesel olmuştur.
evet, cemadata dikkatle nazar edilse, bilkuvve yalnız is-
tidat ve kabiliyet cihetinde nakıs kalıp inkişaf etmeyenle-
rin, gayet bir içtihat ve sa’y ile inbisat edip bilkuvveden
bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlâhiye düs-
turuyla bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki, o va-
zife-i fıtriyede bir şevk ve o meselede bir lezzet vardır.
eğer o camidin umumî hayattan hissesi varsa, şevk ken-
disinin olur; yoksa, o camidi temsil eden, nezaret eden
şeye aittir. Hatta bu sırra binaen denilebilir: lâtif, nazik
su, incimat emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevkle o
emre imtisal eder ki, demiri şak eder, parçalar. demek
bürudet ve tahte’s-sıfır soğuğun lisanıyla, ağzı kapalı de-
mir kaptaki suya “genişlen” emr-i rabbanîsini tebliğin-
de, şiddet-i şevkle kabını parçalar. demiri bozar, kendisi
buz olur.
Lem’aLar | 309 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
işaret:
gösterme, bildirme.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar,
evren.
küllî:
umumî, genel.
lâtif:
yumuşak, hoş, güzel.
lisan:
dil.
mesele:
önemli konu.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
nakıs:
noksan, eksik.
nazar:
bakış, dikkat.
nazik:
narin, ince.
nezaret:
gözetme, idare.
sa’y:
çalışma, çabalama, gayret et-
me.
suret:
biçim, tarz.
sünnet-i İlâhiye:
kâinatta cere-
yan eden İlâhî kanunlar.
sünnetullah:
Allah’ın kâinatı ida-
re etmedeki âdeti, İlâhî kanunları.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
şiddet-i şevk:
şevkin şiddeti; aşırı
arzunun daha da şiddetlisi.
tabir:
ifade.
tahte’s-sıfır:
sıfırın altı.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
temsil:
benzeme, bir şeyin yerine
geçme.
umumî:
genel.
vazife:
görev.
vazife-i fıtriye:
yaratılışa ait vazi-
fe.
vaziyet:
durum.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
ziyade:
çok, fazla.
bilfiil:
fiilen, çalışarak.
bilkuvve:
tasavvurî olarak, dü-
şünce hâlinde.
binaen:
-den dolayı.
bürudet:
soğukluk.
camit:
ruhsuz, sert, cansız.
cemadat:
cansız yaratıklar.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
cihet:
yön.
daima:
her vakit, sürekli.
darbımesel:
atasözü.
düstur:
kanun, kural, prensip.
ekseriyet:
çoğunluk.
emr-i rabbanî:
Allah’ın emri.
gayet:
son derece.
hamd:
Allah’a karşı olan şük-
ran ve memnuniyetini onu
överek bildirme.
hisse:
pay.
hububat:
taneli bitkiler, buğ-
day, arpa v.b. tahıl.
içtihat:
anlayış, kanaat.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma.
inbisat:
yayılma, açılma.
incimat:
donma, buz hâline
girme.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
keşfolunma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
1.
Rahat içinde ve boş olan kimse ömründen şikâyet eder; çalışıp iş gören kimse ise hâline
şükreder.