zemin zelzele-i kübraya mazhar olup, aktâr ve etrafıyla
(1)
o
ôn
Ñr
cn
G *n
G
deyip, kıblesi olan kâbe-i Mükerreme’nin sa-
mimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arafe di-
liyle
o
ôn
Ñr
cn
G *n
G
diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum
mü’minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül
ediyor. Bir tek
o
ôn
Ñr
cn
G *n
G
kelimesinin aks-i sedasıyla hadsiz
o
ôn
Ñr
cn
G *n
G
vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, sema-
vatı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüç ederek
seda veriyor.
İşte
, bu arzı böyle kendine sacit ve âbid ve ibadına mes-
cit ve mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mü-
kebbir eden Zat-ı Zülcelâl’e, yerin zerratı adedince hamd
ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudatı adedince hamd edi-
yoruz ki, bize bu nevi ubudiyeti ders veren Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmına ümmet eylemiş.
ONUNCU NOta
Bil, ey gafil, müşevveş said! Cenab-ı Hakkın nur-i ma-
rifetine yetişmek ve bakmak ve âyât ve şahitlerin âyine-
lerinde cilvelerini görmek ve berahin ve deliller mesama-
tıyla temaşa etmek iktiza ediyor ki, senin üstünden ge-
çen, kalbine gelen ve aklına görünen her bir nuru tenkit
parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme. sa-
na ışıklanan bir nuru tutmak için elini uzatma. Belki gaf-
let esbabından tecerrüt et, onlara müteveccih ol, dur.
âbid:
ibadet eden, kulluk eden.
aks-i seda:
ses yankılanması.
aktâr:
taraflar, yanlar.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Salât ve
selâm onun üzerine olsun,” anla-
mında Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in (asm)
arz:
dünya, yerküre.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
âyine:
ayna.
berahin:
bürhanlar, deliller.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret ara-
sındaki yer.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cilve:
görüntü, tecelli.
delil:
bir meseleyi ispata yarayan
şey, bürhan.
esbap:
nedenler, sebepler.
etraf-ı arz:
yer küresinin etrafı.
gafil:
gaflette bulunan, dikkatsiz,
ihtiyatsız.
gaflet:
gafillik, ihtiyatsızlık, dikkat-
sizlik, Allah’tan uzaklaşıp nefsinin
arzularına dalmak.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hamd:
Allah’a karşı olan şükran
ve memnuniyetini onu överek bil-
dirme, Allah’ın yüceliğini övme.
ibad:
abdler, kullar.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
kıble:
namaza başlarken yöneli-
nen taraf; Kâbe-i Muazzamanın
bulunduğu Mekke-i Mükerreme.
mağaramisal:
mağara gibi.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
makbul:
geçerli.
mazhar:
nail olma, kavuşma.
mesamat:
gözenekler.
mescit:
ibadet edilecek yer.
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
mükebbir:
tekbir getiren, ‘’Allahü
ekber’’ diyen.
mü’min:
iman eden, inanan.
müsebbih:
tesbih çeken.
müşevveş:
teşevvüşe uğramış,
karmakarışık.
müteveccih:
teveccüh eden, bir
tarafa, bir cihete yönelen.
nevi:
çeşit, tür.
niyet:
ibadetlere başlamadan ev-
vel bunlarla ilgili dua okuma.
nota:
işaret.
nur:
parıltı, ışık.
nur-i marifet:
Allah’ı tanımanın
meydana getirdiği nur, ışık.
resul-i ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
sacit:
secde eden.
seda:
ses.
semavat:
semalar, gökler.
şahit:
şahitlik eden.
tecerrüt:
soyutlanma.
tekbir:
Allah’ı ululama, Allahü
Ekber sözünü söyleme.
temaşa:
bakma, bakıp sey-
retme.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
temevvüç:
dalgalanma, dalga
dalga olma.
tenkit:
eleştiri.
tereddüt:
kararsızlık.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak
tutma, Sübhanallah deme.
ubudiyet:
kulluk.
umum:
bütün.
ümmet:
bütün Müslümanlar.
vuku:
olma, meydana gelme.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi zat, Allah.
zelzele-i kübra:
en büyük zel-
zele.
zemin:
yeryüzü.
zerrat:
zerreler.
zikir:
Allah’ı anma.
1.
Allah en büyüktür, en yücedir.
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 314 | Lem’aLar