cihetinde âyine olmalarıyla, o katre ve zerrecik şişe gibi
gayet aşağı bir dereceden gayet yüksek bir derece-i zu-
hura ve tenevvüre çıkıyorlar. Madem vazife cihetinde ga-
yet nuranî ve yüksek bir makam alıyorlar; lezzet mümkün
ve kabilse, yani hayat-ı ammeden hissedar iseler, gayet
lezzetle o vazifeleri görüyorlar denilebilir.
Vazifede lezzet bulunduğuna en zahir bir delil: sen ken-
di âzâ ve duygularının hizmetlerine bak. Her biri, beka-i
şahsî ve beka-i nev’î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı
lezzetleri var. nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne
geçiyor. Hatta hizmeti terk etmek, o uzvun bir nevi aza-
bıdır.
Hem en zahir bir delil dahi, horoz ve yavrulu tavuk gi-
bi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedakârâne ve
merdane vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu hâlde tavukla-
rı nefsine tercih edip, bulduğu rızka onları çağırır; yemez,
onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüzle o vazi-
feyi gördüğü görünür. demek o hizmette, yemekten faz-
la bir lezzet alır. Hem küçük yavrularına çobanlık eden
tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu feda eder, ite
atılır. kendini aç bırakıp onları doyurur. demek o hizmet-
te öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve ölmek elemine
tereccüh eder, ziyade gelir.
Hayvanî valideler, yavrularını, küçükken vazifeleri bu-
lunduğundan, lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduktan
sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver,
elinden daneyi alır. Yalnız, insan nev’indeki validelerin
vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü insanlarda, zaaf
Lem’aLar | 307 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
telezzüz:
lezzet, tad alma.
tenevvür:
nurlanma, parlama.
tereccüh:
üstün gelme, galip üs-
tünlük.
terk:
bırakma, vazgeçme.
uzuv:
organ.
valide:
ana, anne.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zaaf:
zayıflık, âcizlik.
zahir:
açık.
ziyade:
fazla.
âyine:
ayna.
aza:
organlar, uzuvlar.
azap:
ceza.
beka-i nev’î:
bir canlı türün,
bir cinsin devamlılığı.
beka-i şahsî:
bir şahsın de-
vamlılığı, bekası.
cihet:
yön.
dane:
tane, tohum.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan.
derece-i zuhur:
ortaya çıkma
derecesi, görünme, meydana
çıkma derecesi.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fedakârâne:
fedakârca, feda-
kârlıkla.
gayet:
son derece.
hatır:
zihin.
hayat-ı amme:
umuma ait
olan ve herkesin paylaştığı ya-
şam tarzı.
hayvanat:
hayvanlar.
hayvanî:
hayvana ait.
himaye:
koruma.
hissedar:
hisse sahibi.
hükmüne:
değerine, yerine.
iftihar:
övünme.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
katre:
damla.
makam:
manevî mevki.
merdane:
erkekçesine, mert-
çesine.
mümkün:
ihtimal dairesinde,
olabilir.
nefis:
kendi, şahıs.
nefs-i hizmet:
hizmetin ta
kendisi.
nevi:
çeşit, tür.
nuranî:
nurlu, ışıklı.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.