Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imareti için halk etmiştir.
Mü’min ibadına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek
için, onları bir vahid-i kıyasî yapıp, akıbetinde, müstahak
oldukları cehenneme teslim eder.
İşte, küffarın ve ehl-i dalâletin bir hakikat-i imaniyeyi
inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünkü, nefiy sır-
rıyla, ittifakları kuvvetsizdir. Bin nefyediciler, bir tek hük-
mündedir. Meselâ, bütün İstanbul ahalisi, ramazanın ba-
şında ayı görmediğinden nefyetse, iki şahidin ispatıyla o
cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder. Madem küfrün
ve dalâletin mahiyeti nefiydir ve inkârdır, cehildir ve
ademdir; küffarın kesretle ittifakı ehemmiyetsizdir. ehl-i
hakkın, hak ve sabit ve sübutu ispat olunan mesail-i ima-
niyede, şuhuda istinat eden iki mü’minin hükmü, hadsiz
o ehl-i dalâletin ittifakına racih olur, galebe eder.
Bu hakikatin sırrı şudur ki: nefyedenlerin davaları su-
reten bir iken, müteaddittir; birbiriyle ittihat edemez ki
kuvvetlensin. İspat edicilerin davaları ittihat ediyor, birbi-
rinden kuvvet alır. Çünkü gökteki hilâl-i ramazanı görme-
yen der ki: “Benim nazarımda ay yoktur; benim yanım-
da görünmüyor.” Başkası da “nazarımda yoktur” der.
daha başkası da öyle der. Her biri kendi nazarında yok-
tur der. Her birinin nazarları ayrı ayrı ve nazara perde
olan esbap dahi ayrı ayrı olabildiği için, davaları da ayrı
ayrı olur, birbirine kuvvet veremez.
Fakat ispat edenler demiyor ki, “Benim nazarımda ve
gözümde hilâl var.” Belki “nefsülemirde, göğün yüzün-
de hilâl vardır, görünür” der. görenler bütün aynı davayı
adem:
yokluk.
ahali:
halk.
akıbet:
son.
cehil:
bilgisizlik, cehalet.
cemm-i gafir:
ekseriyet, çoğunluk
dalâlet:
İman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i hak:
Hak ehli, iman, İslâmi-
yet ve hak yolunda olan.
esbap:
nedenler, sebepler.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir mak-
sada uygun ve hikmetle benzer-
siz bir şekilde yaratan Allah (cc).
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hak:
doğru, gerçek.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i imaniye:
imana ait ha-
kikat.
halk:
yaratma.
hilâl:
yeni ay.
hilâl-i ramazan:
ramazan ayına
girildiğini gösteren hilâl.
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 302 | Lem’aLar
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hüküm:
karar.
ibad:
abdler, kullar.
imaret:
bayındır hale getirme,
mamurluk.
inkâr:
kabul ve tasdik etme-
me, inanmama.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istinat:
dayanma.
ittifak:
fikir birliği etme.
ittihat:
fikir birliği etme.
kesretle:
çoklukla.
küffar:
kâfirler.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, imansızlık,
dinsizlik.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati, iç yüzü.
mesail-i imaniye:
imanî me-
seleler.
meselâ:
örneğin.
mü’min:
iman eden, inanan.
müstahak:
hak etmiş.
müteaddit:
çeşit çeşit.
nazar:
bakış.
nefiy:
olumsuzlama, inkâr et-
me.
nefsülemir:
aslında, hakikatin
kendisi.
nimet:
lütuf, ihsan.
perde:
örtü, engel.
racih:
daha daha üstün.
sukut:
düşme.
sureten:
suret olarak, görünüş
itibarıyla.
sübut:
sabit olma.
şahit:
şahitlik yapan.
şuhut:
şahit olma, müşahede
etme.
vahid-i kıyasî:
ölçü birimi.