cihanın saadetine giden bu ikinci yoldan gider. ne geç-
miş şeyden mahzun ve ne de gelecek şeyden havf eder.
ey ikinci, bozuk Avrupa! senin çürük ve esassız esas-
larının bir kısmı şunlardır ki: “en büyük melekten en kü-
çük semeğe kadar her bir zîhayat kendi nefsine maliktir
ve kendi zatı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar. onun
bir hakk-ı hayatı var. gaye-i himmeti ve hedef-i maksadı
yaşamak ve bekasını temin etmektir” diyorsun. Ve Hâ-
lık-ı kerîm’in kerem düsturlarından ve erkân-ı kâinatta
kemal-i itaatle imtisal edilen düstur-i teavünle, nebatat
hayvanatın imdadına ve hayvanat insanların yardımına
koşmasından tezahür eden o umumî kanunun rahîmâne,
kerîmâne cilvelerini cidal zannedip, “Hayat bir cidaldir”
diye, ahmakane hükmetmişsin.
Acaba, o düstur-i teavünün cilvesinden olan, zerrat-ı
taamiyenin kemal-i şevkle beden hücrelerinin gıdalandı-
rılması için koşmaları nasıl cidaldir? nasıl bir çarpışmak-
tır? Belki o imdat ve o koşmak, kerîm bir rabbin emriy-
le bir teavündür.
Hem çürük bir esasın, “Her şey kendi nefsine malik-
tir” diyorsun. Hiçbir şey kendi nefsine malik olmadığına
kat’î bir delil şudur ki:
esbabın içinde en eşrefi ve ihtiyâr noktasında en geniş
iradelisi, insandır. Hâlbuki bu insanın düşünmek, söyle-
mek ve yemek gibi en zahir ef’al-i ihtiyâriyesinden yüz
cüz’ünden onun dest-i ihtiyârına verilen ve daire-i iktida-
rına giren, yalnız meşkûk tek bir cüz’üdür. Böyle en
Lem’aLar | 295 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
kemal-i itaat:
tam ve mükemmel
itaat.
kemal-i şevk:
tam ve kusursuz
bir istek.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
Kerîm:
“ikram ve ihsanı bol olan”
anlamında Allah’ın bir ismi.
kerîmâne:
kerîmce, cömertçe, bol
ihsan ve ikram ile.
mahzun:
hüzünlü, kederli.
malik:
sahip.
meşkûk:
şüpheli, şüphe edilen.
nebatat:
bitkiler.
nefis:
kendi, şahıs.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahîmâne:
şefkat ve merhametli
bir şekilde.
saadet:
mutluluk.
semek:
balık.
teavün:
yardımlaşma.
temin:
sağlama, karşılama.
tezahür:
zuhur etme, ortaya çık-
ma.
umumî:
genel.
zahir:
açık.
zan:
sanma.
zat:
kişi, fert.
zerrat-ı taamiye:
yiyecek zerre-
leri, yemek tanecikleri.
zîhayat:
hayat sahibi.
ahmakane:
ahmakçasına.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuz-
luk.
cidal:
muharebe, kavga, çar-
pışma.
cihan:
dünya, âlem.
cilve:
görünme, tecelli.
cüz:
kısım, parça.
daire-i iktidar:
iktidar dairesi,
yönetim dairesi.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan.
dest-i ihtiyar:
irade eli, güç,
kudret, kuvvet eli.
düstur:
kanun, kaide.
düstur-i teavün:
yardımlaş-
ma prensibi.
ef’al-i ihtiyariye:
kişinin ken-
di isteğiyle yaptığı işler.
erkân-ı kâinat:
kâinatın direk-
leri.
esas:
asıl, temel.
esbap:
sebepler.
eşref:
en şerefli.
gaye-i himmet:
gayret ve ça-
banın gayesi, çalışmanın ama-
cı.
hakk-ı hayat:
yaşama hakkı.
hâlbuki:
oysa ki.
Hâlık-ı Kerîm:
her şeyi bol ik-
ram ile yaratan, cömert ve ih-
sanı bol olan yaratıcı, Allah.
havf:
korku.
hayvanat:
hayvanlar.
hedef-i maksat:
maksat ve
hedef.
hücre:
canlı varlıkların en kü-
çük yapısı.
hükmetmek:
karar vermek,
inanca varmak.
ihtiyar:
tercih, irade.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma.
irade:
dileme, isteme.
kat’î:
kesin.