zahir fiilin yüz cüz’ünden bir cüz’üne malik olmayan, na-
sıl kendine maliktir denilir?
Böyle en eşref ve ihtiyârı en geniş, bu derece hakikî
tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa, “sair
hayvanat ve cemadat kendi kendine maliktir” diyen, hay-
vandan daha ziyade hayvan ve cemadattan daha ziyade
camit ve şuursuz olduğunu ispat eder.
seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü de-
handır. Yani, harika, menhus zekândır. o kör dehan ile,
her şeyin hâlıkı olan rabbini unuttun, mevhum bir tabi-
ata isnat ettin, âsârını esbaba verdin, o Hâlık’ın malını
batıl ma’bud olan tağutlara taksim ettin. Şu noktada ve o
dehan nazarında, her zîhayat, her bir insan, tek başıyla
hadsiz a’dâya karşı mukavemet etmek ve nihayetsiz ha-
catın tahsiline çabalamak lâzım geliyor. Ve zerre gibi bir
iktidar, ince tel gibi bir ihtiyâr, zail lem’a gibi bir şuur, ça-
buk söner şule gibi bir hayat, çabuk geçer dakika gibi bir
ömürle, o hadsiz a’dâya ve hacata karşı dayanmaya mec-
bur oluyor. Hâlbuki, o bîçare zîhayatın sermayesi, binler
matlûplarından birisine kâfi gelmiyor. Musibete giriftar ol-
duğu zaman, sağır, kör esbaptan başka derdine derman
beklemiyor.
(1)
m
?n
Ón
°V?/
a s
’p
G n
øj /
ô p
aÉn
µ
r
dG o
ABÉ n
Yo
O Én
en
h
sırrına maz-
har oluyor.
senin karanlıklı dehan, nev-i beşerin gündüzünü gece-
ye kalb etmiş. Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli gece-
ye ısındırmak için, yalancı, muvakkat lâmbalarla tenviret-
tin. o lâmbalar sürurla beşerin yüzüne tebessüm
a’dâ:
zalim, çok düşmanlık eden.
âsâr:
eserler.
batıl:
boş, çürük, hurafe.
beşer:
insanlık.
bîçare:
çaresiz.
camit:
ruhsuz, sert, cansız mad-
de.
cemadat:
cansız yaratıklar.
cüz:
kısım, parça.
deha:
üstün zekâ.
derman:
ilâç, çare.
esbap:
nedenler, sebepler.
eşref:
en şerefli.
fiil:
iş.
giriftar:
tutkun, müptelâ.
hacat:
hacetler, ihtiyaçlar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
hâlık:
her şeyi yoktan var eden,
yaratıcı; Allah.
hayvanat:
hayvanlar.
ihtiyar:
tercih, irade.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
isnat:
dayandırma.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kâfi:
yeter.
kalbetmek:
bir hâlden diğer bir
hale çevirmek.
lâzım:
gerekli.
lem’a:
parıltı.
ma’bud:
kendisine ibadet edilen.
malik:
sahip.
matlûp:
istenilen, aranılan şey.
mazhar:
nail olma, erişme.
mecbur:
zorunda kalma.
menhus:
uğursuz, kötü, meş’um.
mevhum:
evham ürünü olan, ha-
kikatte olmayan, vehim.
mukavemet:
karşı koyma, diren-
me.
musibet:
felâket, belâ.
muvakkat:
geçici.
nazar:
itibar.
nev-i beşer:
insanlık.
nihayetsiz:
sonsuz.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıs-
lah ve terbiye eden Allah.
sair:
diğer, başka.
sermaye:
ana para.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şule:
alev.
şuur:
idrak, bilinç.
tabiat:
maddî âlem, kâinat;
âlem ve içindekiler.
tağut:
insanları Allah’a karşı
isyana sevk eden, isyankâr,
her batıl ma’bud.
tahsil:
elde etme, kazanma.
taksim:
bölme.
tasarruf:
kullanma hakkı, ida-
reli kullanma.
tebessüm:
gülümseme.
temellük:
sahiplenme, mülk
edinme.
tenvir:
nurlandırma, ışıklandır-
ma.
varta:
tehlike.
zahir:
açık.
zail:
zeval bulan, sona eren,
yok olan.
zerre:
pek küçük parça.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
fazla.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
1.
Kâfirlerin duası boşa gitmekten başka bir şeye yaramaz. (Ra’d Suresi: 14.)
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 296 | Lem’aLar