olur. ondandır ki, ilm-i usulde “Mürtedin hakk-ı hayatı
yoktur. kâfir eğer zimmî olsa veya musalâha etse hakk-ı
hayatı var” diye usul-i şeriatın bir düsturudur. Hem mez-
heb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şaha-
deti makbuldür; fakat, fasık merdudü’ş-şahadettir. Çün-
kü haindir.
ey bedbaht, fasık adam! Fasıkların kesretine bakıp al-
danma ve “ekseriyetin efkârı benimle beraberdir” deme.
Çünkü fasık adam, fıskı isteyerek ve bizzat talep edip gir-
memiş; belki içine düşmüş, çıkamıyor. Hiçbir fasık yok-
tur ki, salih olmasını temenni etmesin ve amirini ve reisi-
ni mütedeyyin görmek istemesin. İllâ ki, eliyazübillâh, ir-
tidat ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten
lezzet alsın!
ey divane baş ve bozuk kalb! zanneder misin ki Müs-
lümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki
fakr-ı hâle düşmüşler; ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünya-
dan hissesini unutmasınlar?
zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlen-
miş; onun için fakr-ı hâle düşüyorlar. Çünkü
mü’minde
hırs sebeb-i hasarettir ve sefalettir
.
(1)
l
ôp
°SÉn
N l
Öp
FBÉ n
N¢ o
üj /
ô n
``r
?n
G
durub-i emsal hükmüne geçmiştir. evet, insanı dünyaya
çağıran ve sevk eden esbap çoktur. Başta nefis ve heva-
sı ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünya-
nın sûrî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâ-
îleri var. Hâlbuki bâkî olan ahirete ve uzun hayat-ı ebedi-
yeye davet eden azdır. eğer sende zerre miktar bu
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
amir:
emreden, iş buyuran.
bâkî:
ebedî, daimî.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
bizzat:
kendisi, şahsen.
dâî:
davet eden, çağıran.
davet:
çağırma.
divane:
deli.
durub-i emsal:
atasözleri.
düstur:
kaide, kural.
efkâr:
düşünceler, fikirler.
ehl-i zimme:
İslâm ülkesinde ya-
şayan gayrimüslimler.
ekseriyet:
çoğunluk.
eliyazübillâh:
Allah’a sığınırım, Al-
lah korusun !
esbap:
nedenler, sebepler.
fakr-ı hâl:
fakir olma hâli, fakirlik.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı ha-
reket eden, günahkâr.
fısk:
Hak yoldan veya hak yolun-
dan çıkma, Allah’a karşı isyan et-
me.
hain:
hıyanet eden.
hakk-ı hayat:
yaşama hakkı.
hâlbuki:
oysa ki.
havas:
hasseler, duyular, duygu-
lar.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat.
heva:
heves, nefsin arzusu.
hırs:
aç gözlülük, tamahkârlık.
hisse:
pay, nasip.
hükmüne:
değerine, yerine.
ikaz:
uyarı.
ilm-i usul:
usul ilmi, bir işin nasıl
yapılması gerektiğini gösteren, o
işin nasıl yapılırsa geçerli olacağı-
nı açıklayan ilim, metodoloji.
irtidat:
İslâm dininden çıkma.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kesret:
çokluk.
makbul:
geçerli, muteber.
merdudü’ş-şahadet:
şahitlikleri
kabul edilmeyenler.
mezheb-i Hanefiye:
Hanefî mez-
hebi.
muhtaç:
ihtiyacı olan, ihtiyaç için-
de bulunan.
musalâha:
karşılıklı anlaşma, ba-
rışma.
mü’min:
iman eden, inanan.
mürtet:
Müslüman olduğu hâlde
dinden dönen.
müslüman:
İslâm dininden
olan, Müslim.
mütedeyyin:
dinin emirlerini
eksiksiz yerine getiren, dindar,
dine bağlı.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden alı-
koyan güç.
reis:
başkan.
salih:
itikatlı, dindar, dinin
emirlerine uyan.
sebeb-i hasaret:
hasara, zara-
ra, ziyana uğrama nedeni.
sefalet:
sefillik, düşkünlük,
maddî ve manevî yoksulluk
sonucu meydana gelen düş-
künlük.
sevk:
önüne katıp sürme.
sûrî:
görünüşte olan.
şahadet:
şahit olma, şahitlik.
talep:
isteme.
tefessüh:
çürüme, bozulma.
temenni:
olmasını veya olma-
masını isteme.
usul-i şeriat:
dinin kural ve
kaideleri.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
zan:
sanma.
zerre:
pek küçük parça.
zimmî:
İslâm devleti tebaasın-
dan olan ve cizye denilen ver-
giyi ödeyen gayrimüslimler.
1.
Hırs gösteren kişi umduğunu bulamaz ve zarara uğrar.
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 304 | Lem’aLar