ve acz itibarıyla, daima bir nevi çocukluk var; her vakit
de şefkate muhtaçtır.
İşte umum hayvanatın, horoz gibi çobanlık eden erkek-
lerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki, bunlar ken-
di hesabına ve kendileri namına, kendi kemalleri için o
vazifeyi görmüyorlar. Çünkü hayatını, vazifede lâzım gel-
se feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazifeyle tavzif
eden ve o vazife içinde rahmetiyle bir lezzet derç eden
Mün’im-i kerîm’in hesabına ve Fâtır-ı zülcelâl’in namına
görüyorlar.
Hem nefs-i hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şu-
dur ki: nebatat ve eşcar, bir şevk ve lezzeti ihsas eden bir
tavırla Fâtır-ı zülcelâl’in emirlerini imtisal ediyorlar. Çün-
kü, dağıttığı güzel kokular ve müşterilerin nazarını celp
edecek ziynetlerle süslenmeleri ve sümbülleri ve meyvele-
ri için çürüyünceye kadar kendilerini feda etmeleri, ehl-i
dikkate gösterir ki, onların, emr-i İlâhînin imtisalinden öy-
le bir lezzetleri var ki, nefsini mahvedip çürütüyor.
Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan ce-
vizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden
lisan-ı hâl ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyve-
lerine yedirir, kendi bir çamur yer. nar ağacı safî bir şa-
rabı hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir, kendisi
çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.
Hatta hububatta dahi sümbüllenmek vazifesinde zahir
bir iştiyak görünür. nasıl ki dar bir yerde hapsedilen bir
zat, bir bostana, geniş bir yere çıkmayı müştakane ister;
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
bostan:
sebze bahçesi.
celp:
kendi tarafına çekmek.
daima:
her vakit, sürekli.
delil:
bir meseleyi ispata yarayan
şey, bürhan.
derç:
sokma.
ehl-i dikkat:
dikkat sahipleri.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
eşcar:
ağaçlar.
Fâtır-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve benzeri olmayan şeyleri
yaratan Allah.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
gıda:
insanı besleyen şeyler, besi.
hayvanat:
hayvanlar.
hazine-i rahmet:
rahmet hazine-
si.
hububat:
taneli bitkiler, buğday,
arpa v.b. tahıl.
ihsas:
hissettirme.
imtisal:
emre tamamen uyma.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
itibarıyla:
ehemmiyetiyle, değe-
riyle.
kanaat:
kısmete razı olma, elin-
dekiyle yetinme.
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 308 | Lem’aLar
kemal:
olgunluk.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
mahv:
yok, etme, ortadan kal-
dırma.
meyvedar:
meyveli.
muhtaç:
ihtiyacı olan, ihtiyaç
içinde bulunan.
mün’im-i Kerîm:
kerem sahi-
bi nimet veren, yedirip içiren,
nimetlerin hakikî sahibi olan
Cenab-ı Hak.
müştakane:
şevkle, çok iste-
yerek.
nazar:
bakış, dikkat.
nebatat:
bitkiler.
nefis:
kulun kötü ve günah
olan hâl ve huyları, süflî arzu-
ları.
nefs-i hizmet:
hizmetin ta
kendisi.
nevi:
çeşit, tür.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, şefkat gösterme.
safî:
saf olan, duru, temiz.
şarap:
içilecek şey, içki.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, karşılık bekleme-
den yardım etme.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
tavzif:
vazifelendirme, görev-
lendirme.
umum:
bütün.
valide:
ana, anne.
vazife:
görev.
zahir:
açık.
zat:
kişi, fert.
ziynet:
süs.