Hem fakirdir. Fakat onun Malik-i kerîm’i ona ileride
iddihar ettiği mükâfatla bir fakir-i müstağnidir.
Hem zayıftır. Fakat kudreti nihayetsiz olan seyyidinin
kuvvetine istinat eden bir zaif-i kavidir ki, kur’ân hakikî
bir şakirdine cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksat yap-
tırmadığı hâlde,
(1)
bu zail, fânî dünyayı ona gaye-i mak-
sat hiç yapar mı?
İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden
farklı olduğunu anla!
Hem felsefe-i sakîmenin şakirtleriyle kur’ân-ı Hakîmin
tilmizlerinin hamiyetkârlık ve fedakârlıklarını bununla mu-
vazene edebilirsiniz; şöyle ki:
Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar,
onun aleyhinde dava açar. kur’ân’ın şakirdi ise, semavat
ve arzdaki umum salih ibadı kendine kardeş telâkki ede-
rek, gayet samimî bir surette onlara dua eder.
(2)
Ve saa-
detleriyle mes’ut oluyor. Ve ruhunda şedit bir alâkayı on-
lara karşı hisseder ki, duasında
(3)
p
äÉn
æp
er
D
ƒo
Ÿr
Gn
h n
Ú/
æp
er
D
ƒ o
ª r
?p
d r
ôp
Ør
ZG -n
G
der. Hem en büyük şey olan Arş ve şemsi musahhar birer
memur ve kendi gibi bir abd, bir mahlûk telâkki eder.
Hem iki şakirdin ulviyet ve inbisat-ı ruhlarını bundan
kıyas et ki:
kur’ân, kendi şakirtlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve
ulviyet verir ki, doksan dokuz taneli tesbihe bedel, dok-
san dokuz esma-i İlâhiyenin cilvelerini gösteren doksan
abd:
kul.
alâka:
ilgi, bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
arş:
göğün en yüksek katı.
arz:
yer, dünya.
bedel:
karşılık.
cennet-i ebediye:
ebedî, sonsuz
cennet hayatı.
cilve:
görüntü, tecelli.
dava:
şikâyetçi olma, davacı ol-
ma.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
fakir-i müstağni:
başkalarına ih-
tiyaç duymayan fakir.
fânî:
ölümlü, geçici.
fedakâr:
feda eden.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımında inceleyen
ilim.
felsefe-i sakîme:
yanlış yoldaki
felsefe, sakat felsefe.
gaye-i maksat:
asıl gaye.
gayet:
son derece.
hakikî:
gerçek.
hamiyetkâr:
hamiyet ve gayret
gösteren.
himmet:
çabalama, gayret göster-
me.
ibad:
abdler, kullar.
iddihar:
biriktirme, toplama.
inbisat:
yayılma, açılma, ferahla-
ma.
inbisat-ı ruh:
ruh genişlemesi, ruh
ferahlığı.
istinat:
dayanma, güvenme.
kıyas:
karşılaştırma.
kudret:
kuvvet, iktidar.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
malik-i Kerîm:
bol ihsan ve ikram
sahibi olan, her şeyin gerçek sa-
hibi Allah.
mes’ut:
saadetli, bahtiyar.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
muvazene:
mukayese.
mükâfat:
ödül.
nefis:
kendi, şahıs.
nihayetsiz:
sonsuz.
saadet:
mutluluk.
salih:
itikatlı, dindar, dinin
emirlerine uyan.
semavat:
semalar, gökler.
Seyyid:
efendi.
suret:
biçim, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedit:
şiddetli.
şems:
güneş.
telâkki:
kabul etme.
tilmiz:
talebe.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yük-
seklik.
umum:
bütün.
zaif-i kavi:
zayıflığı ile Cenab-
ı Hakkın sonsuz kuvvetine da-
yanarak güç kazanan.
zail:
zeval bulan, sona eren,
devamlı olmayan, yok olan.
1.
Tevbe Suresi: 72.
2.
Bakara Suresi: 286; Âl-i İmran Suresi: 16, 147, 193; Neml Suresi: 19; Nuh Suresi: 28; İbrahim
Suresi: 41.
3.
Allah’ım! Mü’min erkek ve kadınları bağışla.
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
| 298 | Lem’aLar