Bazen de yaralıyorlar. öyle bir tarzda ki, acınacak hâline
sema ağlıyor. nereye bakılsa, hâl bu minval üzere gidi-
yor. o yolda işitilen sesler zalimlerin gürültüleri, mazlum-
ların ağlayışları olduğundan, umumî bir matem o yolu
kaplıyor. İnsan, insaniyet cihetiyle gayrin elemiyle müte-
ellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor. Hâl-
buki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğin-
den, o yolda giden, iki şeyden birisine mecbur olur: Ya
insaniyetten tecerrüt edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam
ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle bera-
ber umumun helâketi onu müteessir etmesin; veyahut
kalb ve aklın muktezasını iptal etsin.
ey sefahat ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzak-
laşmış Avrupa! deccal gibi bir tek gözü taşıyan
(1)
kör de-
han ile ruh-i beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin.
sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı
illiyyinden esfel-i safilîne atar, hayvanatın en bedbaht de-
recesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakka-
ten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve
uyutucu hevesat ve fanteziyelerindir. senin bu ilâcın, se-
nin başını yesin ve yiyecek! İşte, beşere açtığın yol ve ver-
diğin saadet bu misale benzer.
İkinci yol ki, kur’ân-ı Hakîm hidayetiyle beşere hediye
etmiştir, şöyledir:
görüyoruz ki, o yolun her menzilinde, her mekânında,
her şehrinde bir sultan-ı âdilin müstakim askerleri her ta-
rafta bulunuyorlar, geziyorlar. Ara sıra o sultanın
Lem’aLar | 293 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
iltizam:
gerekli görme, taraftarlık
yapma.
insaniyet:
insanlık.
iptal-i his:
hisleri uyuşturma; his-
leri, vazifelerini yapamaz hâle koy-
ma.
İsevî:
Hz. İsa’nın dininden olanlar;
Hristiyan.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
matem:
hüzün, keder ve musibet
karşısındaki ağlama, yas.
mazlum:
zulüm görmüş, zulme
uğramış.
mecbur:
zorunda kalma.
mekân:
yer, mahal.
menzil:
yer, ev.
minval:
hareket tarzı.
misal:
örnek.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
muvakkaten:
geçici olarak.
müstakim:
doğru.
müteellim:
elemli, kederli, hüzün-
lü.
müteessir:
teessüre kapılan, üzül-
müş, hüzünlü.
nihayetsiz:
sonsuz.
ruh-i beşer:
insan ruhu, insan var-
lığı.
saadet:
mutluluk.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
selâmet:
salimlik, eminlik, dert, sı-
kıntı, kusur, noksanlık ile korku ve
endişeden uzak olma.
sema:
gökyüzü.
sultan:
hükümdar.
sultan-ı âdil:
adil hükümdar.
tahammül:
yüklenme.
tarz:
biçim, suret.
tecerrüt:
soyutlanma.
teellüm:
elemlenme, tasalanma,
üzüntü duyma.
umum:
bütün.
umumî:
genel.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden.
âlâyıilliyyin:
Allah katında en
iyilerin derecesi, en yüksek
mertebe.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
beşer:
insan.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cehennemî:
cehenneme ben-
zer.
cihet:
yön.
dalâlet:
doğru yoldan ayrılma,
azma.
deccal:
kıyamet zamanına ya-
kın meydana çıkarak fitne ve
fesada sebep olacağı, İslâmî
şeairi tahrip edeceği, tarihte
görülmemiş zulümleri nifakla
aldatarak yapacağı hadis-i şe-
riflerde belirtilmiş yalancı ve
zararlı şahıs.
deha:
üstün zekâ.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı.
fanteziye:
bol gösteriş, deb-
debe.
gayr:
başka.
giriftar:
tutkun, müptelâ.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlbuki:
oysa ki.
hâlet:
hâl.
hayvanat:
hayvanlar.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
hevesat:
hevesler.
hidayet:
doğru olan, hak olan:
illet:
hastalık.
1.
Bkz. Buharî, Enbiya: 48, Libas: 68, Tabir: 11, 13, Fiten: 26; Müslim, İman: 273-276.