sonra, her biri birer gizli hazine-i maneviye hükmün-
de olan esma-i rabbaniyenin cevherlerini idrak terazisiy-
le tartmak, kalbin kıymetşinaslığı ile takdirkârâne kıymet
vermektir.
sonra, kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan
mevcudat sahifelerini arz ve sema yapraklarını mütalâa
edip, hayretkârâne tefekkürdür.
sonra, şu mevcudattaki ziynetleri ve lâtif sanatları is-
tihsankârâne temaşa etmekle, onların Fâtır-ı zülce-
mal’inin marifetine muhabbet etmek ve onların sâni-i
zülkemal’inin huzuruna çıkmaya ve iltifatına mazhar ol-
maya bir iştiyaktır.
İkinci vecih huzur ve hitap makamıdır ki, eserden mü-
essire geçer. görür ki, bir sâni-i zülcelâl, kendi sanatı-
nın mu’cizeleri ile kendini tanıttırmak ve bildirmek ister.
o da iman ile, marifet ile mukabele eder.
sonra görür ki, bir rabb-i rahîm, rahmetinin güzel
meyveleriyle kendini sevdirmek ister. o da, ona hasr-ı
muhabbetle, tahsis-i taabbütle kendini ona sevdirir.
sonra görüyor ki, bir Mün’im-i kerîm, maddî ve ma-
nevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. o da,
ona mukabil, fiiliyle, hâliyle, kàliyle, hatta elinden gelse
bütün hasseleriyle, cihazatıyla şükür ve hamdüsena eder.
sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudatın âyi-
nelerinde kibriya ve kemalini ve celâl ve cemalini izhar
edip, nazar-ı dikkati celp ediyor. o da, ona mukabil,
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 143 |
Y
irmi
ü
çünCü
S
öz
kıymet:
değer.
kıymetşinas:
kıymet bilen.
lâtif:
güzel, hoş.
leziz:
lezzetli.
maddî:
cismanî.
makam:
mevki, yer.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
marifet:
bilme, tanıma.
mazhar:
kavuşma, nail olma.
mektubat:
mektuplar.
mevcudat:
varlıklar.
mu’cize:
harika.
mukabele:
karşılık verme.
mukabil:
karşılık.
müessir:
eser sahibi.
Mün’im-i kerîm:
kerem sahibi ni-
met veren, yedirip içiren, nimetle-
rin hakikî sahibi olan Cenab-ı Hak.
mütalâa:
düşünerek dikkatli oku-
ma.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış.
nimet:
faydalı şey.
perverde:
besleme, büyütme.
rabb-i rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Cenab-ı Hak.
rahmet:
merhamet ve şefkat.
sanat:
ustalık, hüner.
sâni-i zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi, her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
sâni-i zülkemal:
sonsuz kemal sa-
hibi ve her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
sema:
gökyüzü, gök.
şükür:
teşekkür, memnunluk gös-
terme.
tahsis-i taabbüt:
sadece Allah’a
ibadet etme.
takdirkârâne:
takdir ederek.
temaşa:
hayretle ve dikkatle bak-
ma, seyretme.
vecih:
yön.
ziynet:
süs.
arz:
yeryüzü.
âyine:
ayna.
celâl:
nihayet derecede bü-
yüklük, azamet, ululuk.
Celîl-i Cemîl:
sonsuz büyüklük
ve güzellik sahibi olan Allah.
celp:
çekme.
cemal:
güzellik.
cevher:
kıymetli mana.
cihazat:
maddî ve manevî
azalar.
eser:
Allah’ın yarattığı tüm
varlıklar.
esma-i rabbaniye:
her şeyi
terbiye eden Allah’ın isimleri.
fâtır-ı zülcemal:
sonsuz gü-
zellik sahibi ve her şeyi ben-
zersiz yaratan Allah.
fiil:
davranış, hareket.
hâl:
davranış, durum.
hamd ü sena:
şükür ve övgü.
hasr-ı muhabbet:
bütün sev-
giyi bir şahsa verme.
Hasse:
duygu, duyu.
hayretkârâne:
hayret ederek.
hazine-i maneviye:
mana ha-
zinesi.
hitap:
konuşma.
huzur:
hâzır olma.
hükmünde:
değerinde.
idrak:
akılla anlayış, kavrayış.
iltifat:
teveccüh etme, değer
verip yönelme.
iman:
Allah’a inanma.
istihsankârâne:
güzel bula-
rak, beğenerek.
iştiyak:
çok fazla isteme.
izhar:
gösterme.
kàl:
söz.
kalem-i kudret:
kudret kale-
mi.
kemal:
mükemmellik, kusur-
suzluk.
kibriya:
azamet, büyüklük,
ululuk.