Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, allahaıs-
marladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya mu-
habbetin için seni tahkir eder. görmüyor musun ki, me-
cazî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet
eder. Çünkü, samed âyinesi olan bâtın-ı kalp ile, sanem-
misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupla-
rın nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. zira fıt-
rat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevanî
sevmekler, bahsimizden hariçtir.)
demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tah-
kir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mü-
farakat ediyor. Madem öyledir, bu havf ve muhabbeti,
öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül
olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
evet, Hâlık-ı zülcelâl’inden havf etmek, onun rahme-
tinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir
kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki,
bir valide, meselâ, bir yavruyu korkutup, sinesine celp
ediyor. o korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü, şef-
kat sinesine celp ediyor. Hâlbuki, bütün validelerin şef-
katleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. demek, havful-
lahta bir azîm lezzet vardır.
Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetul-
lahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur.
Hem, Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı
allahaısmarlamak:
Allah’a teslim
etmek, Ona bırakmak.
âyine:
ayna.
azîm:
büyük, yüce.
bahis:
konu.
bâtın-ı kalp:
kalbin içi.
celp:
çekme.
dünyevî:
dünyaya ait.
elîm:
dert ve keder veren, çok acı
verici.
fıtrat:
yaratılış, mizaç.
fıtrî:
tabiî, doğuştan olan.
gayet:
son derece.
Hâlık-ı zülcelâl:
“celâl, azamet ve
kibriya sahibi yaratıcı” anlamında
Allah’ın bir sıfâtı.
hariç:
dışında.
havf:
korku.
havfullah:
Allah korkusu.
iltica:
sığınma.
istirham:
merhamet isteme, yal-
varma.
istiskal:
soğuk davranışlarla
hoşlanmadığını belli etme.
kasavetli:
kaygı, üzüntü, ke-
der veren.
lem’a:
parıltı.
lezzet:
zevk, haz.
mahbup:
sevgili.
malûm:
bilinen.
mâşuk:
sevgili.
mecazî:
hakikî olmayan.
muhabbetullah:
Allah sevgisi.
müfarakat:
ayrılma.
nazar:
bakış.
nihayetsiz:
sonsuz.
perestiş:
tapma, aşırı sevgi.
rağmına:
aksine, zıddına; rağ-
men.
rahmet:
merhamet etme, şef-
kat gösterme.
rahmet-i ilâhiye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
red:
reddetme.
refakat:
arkadaşlık, yoldaşlık.
saadet:
mutluluk.
sakil:
can sıkıcı, çirkin.
samed:
her şey kendisine
muhtaç olduğu hâlde, kimse-
ye ve hiçbir şeye muhtaç ol-
mayan Allah.
sanemmisal:
put gibi.
sine:
göğüs, yürek.
şefkat:
karşılıksız sevgi, acıya-
rak merhamet etme.
şehevanî:
nefsanî arzularla il-
gili.
tahkir:
hakaret etme, horla-
ma.
tevcih:
yöneltmek.
tezellül:
alçalma, küçülme.
valide:
ana, anne.
zillet:
hakirlik, horluk, aşağılık.
muhabbet:
sevgi.
perestiş:
aşırı derecede sev-
me, aşırı sevgi.
Y
irmi
d
ördünCü
S
öz
| 148 |
iMan ve küfür Muvazeneleri