sonra, manevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti
sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir
sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli ye-
tişecek nispette sana açmıştır.
sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin
meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâ-
miyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile
beraber, esma-i Hüsna ve sıfât-ı Mukaddesenin dairesi-
ne şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethet-
miştir.
sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermek-
le, gayr-i mütenahi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet
sana ihsan etmiştir. Yani, cismaniyetin itibarıyla küçük,
zayıf, âciz, zelil, mukayyet, mahdut bir cüzsün. onun ih-
sanıyla, cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-i nuranî hükmüne
geçtin. zira, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi
külliyete; ve insaniyeti vermekle, hakikî külliyete; ve İslâ-
miyeti vermekle, ulvî ve nuranî bir külliyete; ve marifet
ve muhabbeti vermekle, muhit bir nura seni çıkarmış.
İşte ey nefis! sen bu ücreti almışsın. Ubudiyet gibi lez-
zetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Hâl-
buki, buna da tembellik ediyorsun. eğer yarım yamalak
yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok
büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem, “ni-
çin duam kabul olmadı?” diye nazlanıyorsun. evet, senin
hakkın naz değil, niyazdır. Cenab-ı Hak, cenneti ve sa-
adet-i ebediyeyi mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder.
âciz:
güçsüz, zayıf.
âlem-i mülk ve melekût:
cismanî
ve ruhanî âlem.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cennet:
Allah’ın insanlara müjde-
lediği, ölümden sonraki âlemde
bulunan; Allah'a inanan, günah iş-
lememiş veya günahlarından te-
mizlenmiş olanların gireceği, son-
suza kadar içinde kalacakları yer.
cismaniyet:
cisimli oluş.
cüz:
parça, küçük, az.
cüz’î:
küçük, az.
cüz’iyet:
cüz’î oluş, küçüklük.
daire-i mümkinat:
kâinat, imkân
âlemi.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel isim-
leri.
fetih:
açma.
gayr-i mütenahi:
sonsuz.
hadsiz:
sınırsız.
hakikî:
gerçek.
ihsan:
bağışlama, ikram etme.
iman:
inanç.
insaniyet:
insan olma hâli, insanlık
mahiyeti.
insaniyet-i kübra:
en büyük in-
sanlık.
kâfi:
yeterli olma.
küll-i nuranî:
nurlu bir bütün.
küllî:
umumî, geneli içine alan.
külliyet:
bütünlük.
mahdut:
sınırlı.
mahz-ı fazl ve kerem:
sırf lü-
tuf ve ikramın tâ kendisi.
manevî rızık ve nimet:
iman,
İslâmiyet, güzel ahlâk gibi.
marifet:
bilgi.
mide-i insaniyet:
insanlık mi-
desi.
muhabbet:
sevgi.
muhit:
ihata eden, her şeyi
kuşatan.
mukayyet:
kayıtlı, bağlı.
mükellef:
vazifeli, memur.
mütehakkimâne:
hükmeder-
cesine, zorbalıkla, hâkimiyet
takınarak.
naz:
kendini ağıra satma, naz-
lanma.
nefis:
sürekli kötülüğe sevk
eden, şehvet ve gadap duygu-
larının kaynağı.
nevi:
çeşit.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
iyilik, ihsan, bağış.
nispet:
ölçü.
niyaz:
yalvarma, dua.
nur:
parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, parlak.
rahmet:
merhamet etme,
esirgeme.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
ebedî mut-
luluk.
sofra-i nimet:
nimet sofrası.
sıfât-ı mukaddese:
mukad-
des sıfatlar.
şamil:
içine alan, kaplayan.
tegaddi:
gıdalanma.
ubudiyet:
kulluk.
ulvî:
yüce, yüksek.
zelil:
aşağı, alçak.
Y
irmi
d
ördünCü
S
öz
| 152 |
iMan ve küfür Muvazeneleri