Amma hikmet-i kur’âniye ise, nokta-i istinadı kuvvet
yerine hakkı kabul eder, gayede menfaat yerine fazilet
ve rıza-i İlâhîyi kabul eder, hayatta düstur-i cidal yerine
düstur-i teavünü esas tutar, cemaatlerin rabıtalarında un-
suriyet ve milliyet yerine rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî
kabul eder. gayatı, hevesat-ı nefsaniyenin nameşru teca-
vüzatına set çekip ruhu maâliyata teşvik ve hissiyat-ı ul-
viyesini tatmin etmektir ve insanı kemalât-ı insaniyeye
sevk edip insan etmektir.
Hakkın şe’ni ise, ittifaktır; faziletin şe’ni, tesanüttür;
teavünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir; dinin
şe’ni, uhuvvettir, incizaptır; nefs-i emmareyi gemlemek-
le bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırak-
manın şe’ni, saadet-i dâreyndir.
İşte, medeniyet-i hâzıra, edyan-ı sabıka-i semaviyeden,
bahusus kur’ân’ın irşadatından aldığı mehasinle beraber,
kur’ân’a karşı, böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüş-
tür.
üçüncü derece
: Binler mesailinden yalnız numune ola-
rak üç dört meseleyi göstereceğiz.
evet, kur’ân’ın düsturları, kanunları ezelden geldiğin-
den, ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar
olup ölüme mahkûm değildir; daima gençtir, kuvvetlidir.
Meselâ, medeniyetin bütün cemiyat-ı hayriyeleri ile,
bütün cebbarâne şedit inzibat ve nizamatlarıyla, bütün
ahlâkî terbiyegâhlarıyla, kur’ân-ı Hakîm’in iki meselesi-
ne karşı muaraza edemeyip mağlûp düşmüşlerdir.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 161 |
Y
irmi
B
eşinCi
S
öz
mağlûp:
yenilmiş.
mahkûm:
hükümlü.
medeniyet:
uygarlık.
medeniyet-i hâzıra:
şimdiki me-
deniyet.
mehasin:
güzellikler.
menfaat:
fayda, yarar.
mesail:
meseleler.
meselâ:
misal olarak.
mesele:
çözülmesi istenilen şey;
önemli iş.
milliyet:
bir kavim ve cinsiyetten
olma.
muaraza:
karşı gelme.
nameşru:
meşru olmayan, helâl
olmayan.
nazar:
bakış, görüş.
nefs-i emmare:
insanı kötülüğe
sürükleyen nefis.
nizamat:
nizamlar, düzenler.
nokta-i istinat:
dayanak noktası.
numune:
örnek.
rabıta:
bağ, birlik vesilesi.
rabıta-i dinî:
din bağı.
rabıta-i sınıfî:
sınıf bağı.
rabıta-i vatanî:
vatanla ilgili bağ.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
can, bedenin hayat gücü maddî ol-
mayan öz cevher.
ruhu maâliyata teşvik:
ruhun yü-
celiklere yönlendirilmesi.
saadet-i dâreyn:
iki cihan saadeti.
sevk:
yönlendirme.
şedit:
şiddetli, sert.
şe’n:
özellik, durum, yapı, gerek.
tatmin:
kalbin manevî olarak doy-
ması.
teavün:
yardımlaşma.
tecavüzat:
tecavüzler.
tesanüt:
dayanışma.
uhuvvet:
kardeşlik.
unsuriyet:
ırkçılık.
ahlâkî terbiyegâh:
ahlâkla il-
gili eğitimin verildiği yer.
bahusus:
hususiyetle, özellik-
le.
cebbarâne:
zorbalıkla.
cemaat:
topluluk.
cemiyat-ı hayriye:
hayır ce-
miyetleri, kuruluşları.
derece:
basamak, aşama.
düstur:
kaide, prensip.
düstur-i cidal:
mücadele
prensibi.
düstur-i teavün:
yardımlaş-
ma kanunu.
ebed:
sonsuzluk.
edyan-ı sabıka-i semaviye:
eski semavî dinler.
esas:
asıl.
ezel:
başlangıcı olmayan geç-
miş zaman.
fazilet:
erdem, üstün nitelik.
gayat:
gayeler, amaçlar.
gaye:
maksat, amaçlanan.
hakikat:
gerçek.
hevesat-ı nefsaniye:
nefsin
gelip geçici olan çirkin arzuları.
hikmet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
hikmeti, Kur’ân’a mahsus hi-
met.
hissiyat-ı ulviye:
yüce duygu-
lar.
incizap:
cezp edilme, çekilme,
kapılma.
inzibat:
asayişle ilgili düzeni
sağlama.
irşadat:
doğru yolu gösterme-
ler.
ittifak:
fikir birliği etme.
kemalât:
mükemmellikler, ol-
gunluklar.
kemalât-ı insaniye:
insana ait
mükemmellik ve olgunluklar.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.