alsa, bir parçasını tezevvüç ettiği kadının idaresine vere-
cek; kız kardeşine müsavi gelir. İşte, adalet-i kur’âniye
böyle iktiza eder. Böyle hükmetmiştir.
(HaşİYe 1)
•
dördüncü esas
: sanemperstliği şiddetle, kur’ân,
menettiği gibi; sanemperestliğin bir nevi taklidi olan su-
retperestliği de meneder. Medeniyet ise, suretleri kendi
mehasininden sayıp, kur’ân’a muaraza etmek istemiş.
Hâlbuki gölgeli, gölgesiz suretler, ya bir zulm-i mütehac-
cir veya bir riya-i mütecessit veya bir heves-i müteces-
simdir ki; beşeri zulme ve riyaya ve hevaya, hevesi kam-
çılayıp teşvik eder.
Hem, kur’ân merhameten, kadınların hürmetini mu-
hafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder; tâ heve-
sat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çek-
mesinler, alet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta hükmü-
ne geçmesinler.
(HaşİYe 2)
Medeniyet ise, kadınları yuvala-
rından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkar-
mıştır. Hâlbuki, aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mü-
tekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Hâlbuki, açık
HaşİYe 1:
Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan lâyiha-i temyizin
müdafaatından bir parçadır; bu makama haşiye olmuş.
“Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her
asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve haki-
katli bir düstur-i İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına
istinaden ve bin üç yüz elli sene zarfında geçmiş ecdadımızın itikatlarına ikti-
daen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette, ruy-i
zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”
HaşİYe 2:
tesettür-i nisvan hakkında otuz Birinci Mektubun Yirmi
dördüncü lem’ası gayet kat'î bir surette ispat etmiştir ki, “tesettür ka-
dınlar için fıtrîdir, ref-i tesettür fıtrata münafidir.”
adalet:
hakça, hukuka uygunluk.
adalet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın ada-
leti.
adliye:
mahkeme, yargı yeri.
alet-i hevesat:
arzu ve istekleri
tatmin aracı.
asır:
yüzyıl, devir.
beşer:
insanlık.
düstur-i ilâhî:
İlâhî prensip.
ecdat:
atalar.
ehemmiyet:
önemli.
esas:
asıl.
hakikat:
gerçek olan.
haşiye:
dipnot, açıklayıcı yazı.
hayâ:
utanma.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat.
heva:
nefse ait olan şeylere düş-
künlük.
heves:
arzu, istek.
hevesat-ı rezile:
rezilce hevesler.
heves-i mütecessim:
cisimleşmiş
arzu, istek.
hüküm:
emir, kanun; verilen ka-
rar.
hürmet:
ihtiram, saygı.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
istinat:
dayanma.
itikatlarına iktidaen:
inançlarına
uyarak.
ittifak:
fikir birliği etme.
kudsî:
mukaddes, temiz.
kal’ etmek:
söküp atmak, kökünü
kazımak.
lâyiha-i temyiz:
bir üst mahkeme
olan Yargıtaya yazılan yazı;
temyiz yazısı.
mabeyn:
arası, ortası.
maden:
kaynak.
mahkûm eden:
ceza hükmü
veren.
medeniyet:
uygarlık.
mehasin:
güzellikler.
menetme:
yasaklama.
merhameten:
merhamet
ederek.
meta:
mal.
muaraza:
karşı gelme, sözle
mücadele etme.
muhafaza:
koruma.
müdafaat:
savunmalar.
müsavi:
eşit, denk.
mütekabil:
karşılıklı.
nakzetme:
bozma, geri çevir-
me, geçersiz kılma.
nev(i):
cins, tür; çeşit.
riya:
iki yüzlülük, gösteriş.
riya-i mütecessit:
sanki vücut
kazanmış bir riya, cisimleşmiş
gösteriş.
ruy-i zemin:
yeryüzü.
sanemperestlik:
putlara, hey-
kellere tapma.
suret:
şekil, görünüş.
suretperestlik:
resim gibi gö-
rüntü ve tasvirlere tapma.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet.
tasdik:
doğrulama.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan kitap.
tesettür-i nisvan:
kadınların
örtünmesi.
teşvik:
şevklendirme.
tezevvüç:
evlenme, evlilik.
zarf:
müddet.
zillet:
hakir görülme, aşağılık.
zulm-i mütehaccir:
taşlaşmış
zulüm.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
Y
irmi
B
eşinCi
S
öz
| 164 |
iMan ve küfür Muvazeneleri