karşı nispeti, öksüz bir yetimin muzlim bir hüzün ile
ümitsiz ağlayışı; hem süflî bir vaziyette sarhoş bir ayya-
şın velvele-i gınasının (şarkı demektir) nispeti ile ulvî bir
âşığın muvakkat bir iftiraktan müştakane, ümitkârâne bir
hüzün ile gınası (şarkısı); hem, zafer veya harbe ve ulvî
fedakârlıklara sevk etmek için teşvikkârâne kasaid-i vata-
niyeye nispeti gibidir. Çünkü, edeb ve belâgat, tesir-i üs-
lûp itibarıyla ya hüzün verir, ya neşe verir.
Hüzün ise, iki kısımdır: Ya fakdülahbaptan gelir, yani
ahbapsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzün-
dür ki, dalâletâlûd, tabiatperest, gafletpişe olan medeni-
yetin edebiyatının verdiği hüzündür. İkinci hüzün, firaku-
lahbaptan gelir. Yani ahbap var; firakında müştakane bir
hüzün verir. İşte şu hüzün, hidayeteda, nurefşan
kur’ân’ın verdiği hüzündür.
Amma neşe ise, o da iki kısımdır: Birisi, nefsi hevesa-
tına teşvik eder; o da tiyatrocu, sinemacı, romancı me-
deniyetin edebiyatının şe’nidir. İkinci neşe, nefsi sustu-
rup, ruhu, kalbi, aklı, sırrı, maâliyata, vatan-ı aslîlerine,
makarr-ı ebedîlerine, ahbab-ı uhrevîlerine yetişmek için
lâtif ve edepli masumâne bir teşviktir ki; o da cennet ve
saadet-i ebediyeye ve rü’yet-i cemalullaha beşeri sevk
eden ve şevke getiren kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın verdiği
neşedir. İşte,
p
¿'
Gr
ôo
?r
dG Gn
ò'
g p
?r
ãp
ªp
H Gƒo
Jr
Én
j r
¿n
G = '
¤n
Y t
øp
÷r
Gn
h ¢o
ùr
fp
’r
G p
ân
©n
ªn
àr
LG p
øp
Än
d r
?o
b
(1)
Gk
Ò/
¡n
X ¢m
†r
©n
Ñp
d r
ºo
¡°o
†r
©n
H n
¿Én
c r
ƒn
dn
h /
¬p
?r
ãp
ªp
H n
¿ƒo
Jr
Én
j n
’
ahbab-ı uhrevî:
ahiret dostları.
ahbap:
dost.
ayyaş:
sarhoş, alkolik.
azîm:
büyük, yüce.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde olmasını öğreten ilim.
beşer:
insanlık.
dalâletâlûd:
hak yoldan uzaklaş-
mış, sapıklıkla karışık.
edeb:
edebiyat.
edebiyat:
duygu, düşünce, hayal
ve olayları, sözlü veya yazılı olarak
ifade etme sanatı.
edep:
nezaket, zariflik.
fakdülahbap:
ahbapsızlık, dost-
suzluk, ahbabın bulunmayışı.
fedakâr:
feda eden.
firak:
ayrılık.
firakulahbap:
ahbaplardan ayrılık,
dostlardan ayrı düşme.
gafletpişe:
gaflet içinde, nefse uy-
makla sersemleşmiş,
hakikat:
gerçek.
harp:
savaş.
hevesat:
hevesler.
hidayeteda:
hidayete sebep olan.
hüzün:
keder, üzüntü.
iftirak:
ayrılık.
kasaid-i vataniye:
vatanla ilgili
millî şiirler.
kısım:
parça.
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
lâtif:
yumuşak, hoş, nazik.
maâliyat:
yüksek ve derin fikirler.
makarr-ı ebedî:
sonsuza kadar
durulacak yer.
masumâne:
masumca.
medeniyet:
uygarlık.
muvakkat:
geçici.
muzlim:
karanlıklı, zulmetli.
müştakane:
arzulu ve istekli bir
şekilde.
nefis:
kötülüğe sevk eden hayırlı
işlerden alıkoyan güç, duygu.
nefsî:
nefisle alâkalı.
nispet:
kıyas; münasebet, ilgi, öl-
çü.
nurefşan:
nur saçan.
roman:
sembolik ve gerçek
olaylara dayanan uzun edebi-
yat türü.
ruh:
insandaki canlılığın ve di-
riliğin, iradeyle ilgili ve irade dı-
şı hareketlerin ve idrak kabili-
yetinin kaynağı.
rü’yet-i Cemalullah:
Allah’ın
cemalini görmek.
saadet-i ebediye:
sonsuz
mutluluk.
sevk:
gönderme, yönlendir-
me.
süflî:
aşağılık.
şe’n:
hâl, durum iş.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek.
tabiatperest:
Allah’a inanma-
yan, tabiata tapan.
tesir-i üslûp:
üslûbun etkisi.
teşvik:
isteklendirme, özen-
dirme, şevklendirme.
teşvikkârâne:
teşvik ederek,
yönlendirerek.
ulvî:
yüce.
ümit:
umut.
ümitkârâne:
ümit ederek.
vatan-ı aslî:
asıl vatan.
vaziyet:
durum.
zafer:
düşmanı mağlûp etme.
1.
De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya top-
lanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler. (İsra Suresi:
88.)
Y
irmi
B
eşinCi
S
öz
| 166 |
iMan ve küfür Muvazeneleri