İkinci Cilve
kur’ân’ın şebabetidir. Her asırda taze nazil oluyor gi-
bi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor.
evet, kur’ân, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlar-
daki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için,
öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öy-
le görülmüş ve görünüyor. Hatta, efkârca muhtelif ve is-
tidatça mütebayin asırlardan her asra göre, güya o asra
mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir.
Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor,
değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat, kur’ân’ın hükümleri ve
kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe
daha ziyade kuvvetini gösteriyor. evet, en ziyade kendine
güvenen ve kur’ân’ın sözlerine karşı kulağını kapayan şu
asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitap insanları, kur’ân’ın
p
ÜÉn
à`p
µdr
G n
?r
gn
G BÉ n
j @ p
ÜÉn
à`p
µdr
G n
?r
gn
G BÉ n
j
hitab-ı mürşidânesine o
kadar muhtaçtır ki, güya o hitap, doğrudan doğruya şu
asra müteveccihtir ve
(1)
p
ÜÉn
à`p
µdr
G n
?r
gn
G BÉ n
j
lâfzı
(2)
p
Ön
à`r
µn
Ÿr
G n
?r
gn
G BÉ n
j
manasını dahi tazammun eder. Bütün şiddetiyle, bütün
tazeliğiyle, bütün şebabetiyle,
(3)
r
º o
µn
æ`r
«n
Hn
h Én
æn
æ`r
«n
H m
ABG n
ƒn
°S m
án
ª p
?n
c '
‹p
G Gr
ƒn
dÉn
©n
J p
ÜÉn
à`p
µdr
G n
?r
gn
G BÉ n
j
sayhasını
âlemin aktârına savuruyor.
Meselâ şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldık-
ları kur’ân’a karşı, bütün nev-i beşerin ve belki cinnîlerin
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 159 |
Y
irmi
B
eşinCi
S
öz
hutbe-i ezelî:
varlığının başlangıcı
olmayan Allah’ın insanlara ve cin-
lere bir hutbesi olan Kur’ân.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kur’ân’ın hükümleri:
Kur’ân’ın
emirleri.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mahsus:
has, özel.
mana:
anlam.
meselâ:
misal, örnek olarak.
muaraza:
karşı gelme, sözle karşı-
lıklı mücadele.
muhafaza:
koruma.
muhtelif:
farklı, çeşitli.
mütebayin:
birbirine uymayan,
zıt.
müteveccih:
yönelik.
nazil:
inme, indirilme.
nev-i beşer:
insanlık.
sabit ve rasih:
kesinleşmiş, değiş-
meyen sağlamlık.
sayha:
yüksek ses, seda.
şahıs:
kişi.
şebabet:
tazelik, gençlik.
tabakat-ı beşeriye:
insan tabaka-
ları, sosyal sınıflar.
tazammun:
içine alma.
tebdil:
değiştirme.
umum:
bütün.
yahudi:
İbrani ve İsrailî de denilen,
Sami kavimlerinden bir ırk ve bu
ırkın bağlı olduğu dinî inanç.
ziyade:
fazla.
âciz:
çaresiz, güçsüz.
aktâr:
her taraf, her yer.
âlem:
cihan.
âsâr:
eserler.
asır:
yüzyıl, devir.
asr-ı hazır:
şimdiki asır, bu za-
man.
beşer:
insanlık.
cemaat:
topluluk.
cilve:
tecelli, görünme, yansı-
ma.
cinnî:
cinlerle ilgili, cin taifesin-
den olan.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
ehl-i kitap:
kitap ehli.
güya:
sanki.
hitab-ı mürşidâne:
doğru yo-
lu gösteren hitap, sesleniş.
hitap:
bir topluluğa karşı ko-
nuşma.
hitap:
konuşma, sesleniş.
1.
Ey ehl-i kitap! (Âl-i İmran Suresi: 64, 65, 70, 71, 98, 99; Nisâ Suresi: 171; Mâide Suresi: 15,
19;…)
2.
Ey mektepliler!
3.
Ey kitap ehli olan Hıristiyanlar ve Yahudîler! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze
gelin. (Âl-i İmran Suresi: 64.)
]
YirmiBeşinciSözden alı-
nan “İkinci Cilve,” Bar-
la’da 1927’de Türkçe
olarak telif edilmiştir.