sen, daima rahmet ve keremine iltica et, ona güven ve
şu fermanı dinle:
(1)
n
¿ƒo
©n
ªr
én
j És
‡p
l
ôr
«n
Nn
ƒ o
g Gƒ o
M n
ôr
Øn
«r
? n
a n
?p
d'
òp
Ñ n
a /
¬ p
àn
ªr
M n
ôp
Hn
h $G p
?°r
†n
Øp
H r
? o
b
Eğer desen
: “Şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu
mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”
El cevap
: küllî bir niyetle, hadsiz bir itikat ile. Mese-
lâ, nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile
bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, her biri milyon-
lara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada
dizilmiş. onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne
yapayım?” Birden der: “ey seyyidim! Bütün şu kıymet-
tar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum.
Çünkü, sen onlara lâyıksın. eğer benim iktidarım olsay-
dı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”
İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat
ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o
padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusu-
nu ve o güzel ve yüksek itikat liyakatini, en büyük bir he-
diye gibi kabul eder.
Aynen öyle de, âciz bir abd, namazında
(2)
! o
äÉs
«p
ës
àdn
G
der. Yani, bütün mahlûkatın hayatlarıyla sana takdim et-
tikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma umu-
munu sana takdim ediyorum. eğer elimden gelseydi,
onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem,
sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve
itikat, pek geniş bir şükr-i küllîdir.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 153 |
Y
irmi
d
ördünCü
S
öz
liyakat:
lâyık olma, uygun.
lütuf:
ihsan, ikram.
mahdut:
sınırlı.
mahlûkat:
yaratılmışlar.
makbul:
reddedilmeyen, değerli.
misil:
benzer.
mukabele:
karşılık verme.
nam:
ad, isim.
nimet:
iyilik, ihsan.
niyet:
kalbin bir şeye karar ver-
mesi.
padişah:
hükümdar.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme.
raiyet:
halk, millet, tebaa.
seyyid:
efendi, reis.
şükr-i küllî:
Allah’ın vermiş olduğu
bütün nimetlere bütün varlık adı-
na edilen şükür.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibine
karşı minnet duyma, teşekkür.
tahiyye:
selâm, iyilik temennisi.
takdim:
sunma.
umum:
hepsi, bütün.
abd:
kul.
âciz:
güçsüz, zayıf.
alâmet:
belirti, işaret.
bîçare:
çaresiz.
cüz’î:
az, küçük.
derece-i sadakat:
dostlukta
bağlılık ve sebatın derecesi.
elcevap:
cevaben.
ferah:
sevinme, rahatlama.
ferman:
emir.
fıtrî:
doğuştan olan.
hadsiz:
sınırsız.
hediye:
armağan.
hediye-i ubudiyet:
kulluk he-
diyesi.
huzur:
büyük kimselerin yanı.
hürmet:
ihtiram, saygı.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini
yerine getirme.
ihtiyaç:
gereklilik.
iktidar:
güç yetirme, yapabil-
me.
iltica:
sığınma.
kerem:
cömertlik, lütuf.
küllî:
bütün ait, bütünsel.
kıymettar:
değerli.
lâyık:
yakışır, uygun.
1.
Onlara söyle ki, ancak Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada
toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. (Yunus Suresi: 58.)
2.
Bütün canlıların yaptıkları fıtrî ibadetler Allah’a mahsustur.