Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir
edersin? Hâlbuki, ecnebiler o ikinci saraya benzerler ki,
Hazret-i peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın nurunu
kalplerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kala-
bilir veya kalabilir zannederler. onların manevî kemalât-ı
ahlâkıyelerine medar olacak Hazret-i Mûsa ve İsa Aleyhi-
messelâma bir nevi imanları ve Hâlık’larına bir çeşit
itikatları kalabilir.
ey nefs-i emmare!
Eğer desen:
“Ben, ecnebi değil, hayvan olmak iste-
rim.”
sana kaç defa söylemiştim, hayvan gibi olamazsın. zi-
ra, kafandaki akıl olduğu için, o akıl, geçmiş elemleri ve
gelecek korkuları tokadıyla, senin yüzüne, gözüne, başı-
na çarparak dövüyor; bir lezzet içinde bin elem katıyor.
Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevk eder. öyle
ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem,
(1)
t
?° n
Vn
G r
º o
g r
? n
H p
?É n
©r
fn
’r
É n
c
sille-i te’dibini gör.”
BeŞİNCİ Meyve:
ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gi-
bi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve
gibi en uzak ve en cami ve umuma bakar ve umumun ci-
hetülvahdetini içinde saklar bir kalp çekirdeğini taşıyan
ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur.
Ubudiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekaya, halktan Hak-
ka, kesretten vahdete, müntehadan mebdee çeviren bir
hayt-ı vuslat, yahut mebde ve münteha ortasında bir nok-
ta-i ittisaldir.
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 157 |
Y
irmi
d
ördünCü
S
öz
nevi:
çeşit.
nokta-i ittisal:
bitişme noktası.
nur:
parıltı, ışık.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağacı.
tahribat:
yıkım, bozma.
tamir:
onarım, onarma.
ubudiyet:
kulluk.
umum:
herkes.
vahdet:
birlik.
zan:
sanma.
aleyhisselâm:
selâm onun
üzerine olsun.
beka:
sonsuzluk, bâkîlik, ebe-
dîlik.
cami’:
kapsamlı.
cihetülvahdet:
birlik ciheti,
yönü.
ecnebi:
yabancı.
elem:
üzüntü, tasa.
evvelâ:
ilk önce.
fenâ:
yok olma.
Hak:
Allah.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
hayt-ı vuslat:
birleştirme ipi.
iman:
inanç.
itikat:
inanma.
kemalât-ı ahlâkıye:
ahlâkî ol-
gunluk ve mükemmellikler.
kesret:
çoğunluk, çokluk, vah-
detin zıddı.
mahlûk:
yaratık.
manevî:
manaya, ruha ve içe
ait olan.
mebde:
başlangıç.
medar:
dayanak, vesile.
menfaat:
fayda.
mükerreren:
tekrar tekrar.
münteha:
son.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri
kendisinde toplayan, kötülüğe
sevk eden, şehevî istekleri
kamçılayıp hayırlı işlerden alı-
koyan güç.
nefs-i emmare:
insanı kötülü-
ğe sürükleyen nefis.
1.
Hayvan gibi, hatta onlardan da aşağıdırlar. (Furkan Suresi: 44.)