Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına
değil, belki esfel-i safilîne çeker.
demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü,
tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.
Fakat, yanlış anlama! tevekkül, esbabı bütün bütün
reddetmek değildir. Belki, esbabı dest-i kudretin perdesi
bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fii-
lî telâkki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak’tan is-
temek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar ol-
maktan ibarettir.
tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye
benzer:
Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır
yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler.
Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde otu-
rup, nezaret eder; diğeri hem ahmak, hem mağrur oldu-
ğundan, yükünü yere bırakmıyor.
ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”
o dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur.
Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza
edeceğim.”
Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli se-
fine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafa-
za eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize dü-
şersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş
belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 117 |
Y
irmi
ü
çünCü
S
öz
ahmak:
sersem, budala, akıl-
sız, zekâca gelişmemiş.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şe-
ref ve azamet sahibi yüce Al-
lah.
dest-i kudret:
kudret eli.
dua-i fiilî:
fiilî dua; istenilen bir
şeyin meydana gelmesi için
lâzım gelen şartları ve sebep-
leri yerine getirme.
emniyet:
güvenlik
esbap:
sebepler.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı.
hikâye:
olay, kıssa.
ibaret:
meydana gelen.
iktiza:
gerektirme.
iman:
inanma.
mağrur:
gururlu.
minnettar olma:
iyiliğe karşı
duyulan şükür hissi.
misal:
örnek.
muhafaza:
koruma
müsebbebat:
sebeplerin so-
nuçları, neticeler.
nevi:
çeşit.
nezaret:
gözetme, kontrol.
riayet:
gerekenleri yapma.
saadet-i dâreyn:
dünya ve
ahiret mutluluğu.
sefine:
gemi
sefine-i sultaniye:
sultanın
gemisi.
telâkki:
kabul etme.
teslim:
kendini Allah’ın emri-
ne bırakma.
teşebbüs:
girişme.
tevekkül:
Allah’a dayanma ve
güvenme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma.
vaktiyle:
bir zaman.
zayi:
elden çıkan.
ziyade:
fazla.