yanlış mana vererek seksen yanlışla beni mahkûm etme-
ye çalıştığı hâlde, mahkemelerde ispat edildiği gibi, en zi-
yade hücuma maruz bir kardeşiniz, mahpus iken pence-
reden o müddeiumumînin üç yaşındaki çocuğunu gördü,
sordu. dediler: “Bu müddeiumumînin kızıdır.” o masu-
mun hatırı için o müddeiye beddua etmedi. Belki onun
verdiği zahmetler, o risale-i nur’un, o mu’cize-i mane-
viyenin intişarına, ilânına bir vesile olduğu için rahmetle-
re inkılâp etti.
Kardeşlerim,
belki ben öleceğim. Bu zamanın bir has-
talığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruşluk, haya-
tını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası,
tiryakilik gibi hastalıklardır. risale-i nur’un kur’ân’dan
aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfüruş-
luğu terk etmek lüzumudur. tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın
kurtarılmasına hizmet edilsin. Cenab-ı Hakka şükür, o
azamî ihlâsı kazananların pek çok efradı meydana çık-
mış. Benliğini, şan ve şerefini en küçük bir mesele-i ima-
niyeye feda eden çoktur. Hatta nurun bîçare bir şakirdi-
nin düşmanları dost olduğu vakit onunla sohbet etmek
çoğaldığı için, rahmet-i İlâhiye cihetinde sesi kesilmiş.
Hem de ona takdirle bakanlar isabet-i nazar hükmüne
geçip onu incitiyor. Hatta musafaha etmek de tokat vur-
mak gibi sıkıntı veriyor.
“senin bu vaziyetin nedir?” diye soruldu. “Madem
milyonlar kadar arkadaşların var; neden bunların hatırla-
rını muhafaza etmiyorsun?”
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
beddua:
inkisar, ilenç, bir kimsenin
kötü olması için dua, kötü dua.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
cihet:
yön, sebep, vesile.
efrat:
fertler.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
fanteziye:
yalandan gösteriş, gö-
rünüşte lüks ve zinet.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
hizmet:
görev, vazife.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
hükmüne:
yerine, değerine.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihlâs-ı hakikî:
gerçek ihlâs, sami-
miyet.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iman:
inanç, itikat.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
intişar:
yayınlanma, neşrolma.
| 878 | Emirdağ Lâhikası – ıı
isabet-i nazar:
doğru ve isa-
betli bakış.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
madem:
değil mi ki.
mahkûm:
hüküm verme.
mahpus:
hapsedilmiş olan, tu-
tuklu.
mana:
anlam.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
masum:
küçük çocuk.
medeniyet:
medenîlik, şehir-
lilik, uygarlık.
mesele-i imaniye:
imanî me-
sele, imanla ilgili mesele.
mu’cize-i manevîye:
manevî
mucize.
muhafaza:
koruma.
musafaha:
selam vermek ve
sevgisini göstermek üzere bir-
birine el uzatma.
müddei:
dava eden, davacı.
müddeiumumî:
savcı.
Nur:
Risale-i Nur, Risale-i Nur
hizmeti.
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
onur, haysiyet.
şükür:
teşekkür.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
tiryaki:
bir şeye vazgeçeme-
yecek derecede alışmış olan.
vaziyet:
durum.
vesile:
aracı, vasıta.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
ziyade:
çok, fazla.