meydana gelmiştir. Fakat bir meczup çocuk cezbe hâlin-
de birisini vursa, mazurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyâ-
rı dâhilinde değildir.”
İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: “ekmek
yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka
hangi zaruret var? sû-i ihtiyârdan, gayrimeşru meyiller-
den ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler
haramı helâl etmeye medar olamazlar. sinema, tiyatro,
dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olma-
dığı ve sû-i ihtiyârdan geldiği için, haramı helâl etmeye
sebep olamaz. kanun-i beşerî de bu noktaları nazara al-
mış ki, ihtiyâr haricinde zaruret-i kat’iye ile, sû-i ihtiyâr-
dan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. kanun-i İlâhîde
ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik
edilmiş.”
Bununla beraber zamanın ilcaatıyla zaruretler ortalık-
ta zannederek bazı hocaların bid’alara taraftarlığından
dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek “zaruret
var” zannıyla hareket eden o bîçarelere vurmayınız.
onun için kuvvetimizi dâhilde sarf etmiyoruz. Bîçare, za-
ruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da
olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aley-
himdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre ka-
dar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak
olduğum hâlde, şimdi milyonlar nur talebesi olduğu hâl-
de, yine müspet hareket etmekle onların bütün tahkirat-
larına, zulümlerine tahammül ediyorum.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 873 |
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
muhkem:
sağlam, dayanıklı.
mutlak:
kesin.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müspet:
olumlu.
nazar:
bakış, dikkat.
neşet:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
Nur:
Risale-i Nur, Risale-i Nur hiz-
meti.
sarf:
harcama.
sû-i ihtiyâr:
kötü seçim, seçmenin
fenalığı.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
tahkirat:
hakaret etmeler, hor
görmeler, küçük görmeler.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
tevellüt:
doğma, doğum.
tiryaki:
bir şeye vazgeçemeyecek
derecede alışmış olan.
zaruret:
zorunluluk, mecburiyet.
zaruret-i kat’iye:
kat’î zaruret; ke-
sin ihtiyaç, kat’î zorunluluk.
zarurî:
zorunlu.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
aleyh:
zıt, karşıt.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bid’a:
sonradan ortaya çıkan.
cari:
geçerli, yürürlükte, mu-
teber.
cezbe:
ruhî heyecan, coşkun-
luk, ruhun coşkunlukla ken-
dinden geçme hâli.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katil.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
evvel:
önce.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
gayrimeşru:
meşru olmayan,
dine aykırı, kanunsuz.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hariç:
dışında.
helâl:
Allah’ın müsaade ettiği
şey, din bakımından günah ol-
mayan şey.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna edici
ve ilmî delillerle anlaşılmasına
hizmet etme.
hüküm:
emir, bir konu hak-
kında verilen karar.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ilcaat:
zorlamalar, mecbur et-
meler.
kanun-i beşerî:
insanların or-
taya koyduğu kanun.
kanun-i ilâhî:
İlâhî irade, İlâhî
kanun.
kumandan:
komutan.
mazur:
özürlü, özrü olan.
meczup:
deli, divane, mecnun.
medar:
sebep, vesile.
meselâ:
örneğin.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme,
yönelme.
muamele:
işlem.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.