menfi hareketle başkasının zararıyla beslenmek ırkçılığın
seciye-i fıtrîsi olduğu hâlde, evvelâ başta türk milleti
dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların
ırkçılıkları İslâmiyetle mezc olmuş, kabil-i tefrik değil.
türk, Müslüman demektir. Hatta Müslüman olmayan
kısmı, türklükten de çıkmışlar. türk gibi Arablarda da
Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve ol-
mak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. o kâfidir.
Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.
sizin bu defaki Irak ve pakistan’la pek kıymettar ittifa-
kınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek
ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş
Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umu-
miyeye şiddetle muhtaç Hristiyan ve sair dinler sahiple-
rinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam
bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size be-
yan ediyorum.
s
aLisEN
:
Altmış beş sene evvel bir vali bana bir gazete
okudu. Bir dinsiz müstemlekât nazırı kur’ân’ı elinde tu-
tup konferans vermiş. demiş ki: “Bu İslâmların elinde
kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümü-
müz altında tutamayız. Ya kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz ve-
yahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.”
İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsat komitesi bu bîçare feda-
kâr, masum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmış-
lar. Ben de, altmış beş sene evvel bu cereyana karşı,
kur’ân-ı Hakîm’den istimdat eyledim. Hakikate karşı
Emirdağ Lâhikası – ıı | 841 |
barışı.
müstemlekât:
müstemlekeler, sö-
mürgeler.
nazır:
vekil, bakan.
sair:
diğer, başka, öteki.
salisen:
üçüncü olarak.
seciye-i fıtrî:
fıtrî seciye, yaratılış-
tan var olan özellikler, yaratılışa
ait karakter.
sulh:
barış, anlaşarak düşmanlığı
kaldırma.
sükût:
değerden düşme, değerini
yitirme; susma.
tahakküm:
hakimiyet, idare.
tehlike-i azîm:
çok büyük tehlike.
vesile:
aracı, vasıta.
beyan:
anlatma, açıklama.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cereyan:
akım, fikir, sanat
veya siyaset hareketi.
def:
kovma, uzaklaştırma.
defa:
kere, kez, yol.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
evvel:
önce.
evvelâ:
öncelikle.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmeden.
hamiyetkâr:
hamiyetli, onur
ve haysiyet sahibi.
ırk:
millet, milliyet.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
karışıklık çıkarma.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istimdat:
medet dileme, im-
dat isteme, yardıma çağırma.
ittifak:
birleşme, birlik.
kabil-i tefrik:
ayrılması müm-
kün, ayrılabilir.
kâfi:
yeterli.
kanaat:
inanç, inanış.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
komite:
encümen, kurul, ko-
misyon.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
menfi:
olumsuz, müspet ol-
mayan.
mezç:
katma, karıştırma.
milliyet:
bir milleti diğer mil-
letten ayıran hâllerin ve özel-
liklerin tamamı.
muhtaç:
gerek duyan.
müsalemet-i
umumîye:
umumun selâmeti, insanlığın