tayın olarak vermektedir. kendisi de bugün artık herke-
sin malûmu olmufl olan azamî bir iktisat ve kanaatle ya-
flamaktadır. Ve bütün ömrü boyunca fevkalâde bir iktisat
dairesinde kendini idare ettiğine, seksen senelik hayatını
bir flahid-i sadık olarak gösteriyoruz.
Halkı demokrat hükûmet aleyhine geçirmek plânları-
nı takip eden muhtelif gazetelerin diğer bir zahir yalan-
ları ise, nazilli’de iki mübarek adamın ramazan-ı flerif
hakkındaki hasbihâlini “İslâmî bir devlet kurmak” gibi si-
yasetvari bir tarzda tebdil edivermeleri, o sahte siyaset
bezirgânlarının, çocukları dahi kandıramayacakları ace-
mice bir iftira ve bir uydurmalarından ibarettir. Böyle ya-
lanları yapmakla hangi maksatlarının istihsaline çabala-
dıkları kimsenin meçhulü değildir.
nazilli’ye hiç gitmemiş olan, orada bir kimseyi tanıma-
yan, kırk seneden beri
(1)
p
án
°SÉn
«°u
ùdGn
h p
¿Én
£r
«°s
ûdG n
øp
e $Ép
H o
Pƒo
Yn
G
deyip, siyasetle alâkasını kesen, yalnız ve yalnız kur’ân
ve iman hakikatleriyle imanı kurtarmak davasına ömrü-
nü hasreden, bunun haricinde dünyevî şeylerle alâkadar
olmayan, seksen yedi yaşında, daima yatakta olan, ze-
hirli hastalıkların tesiratıyla ölüm nöbetleri geçirip “kabir
kapısındayım” diyen ve sükûnet ve istirahate pek muh-
taç olan said nursî gibi bir İslâm müellifini böyle siyasî
iftiralarla mevzu-i bahis etmek, çok vecihlerle vicdansız-
lıktır. Müthiş bir gaddarlıktır. Adî bir yalancılık derekesi-
ne sukuttur.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 835 |
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
meçhul:
bilinmeyen, hakkında
bilgi olmayan.
mevzu-i bahis:
kendisinden bah-
sedilen, bahis konusu.
muhtaç:
gerek duyan.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müellif:
eser telif eden, yazan.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
ramazan-ı şerif:
mübarek, şerefli
Ramazan ayı.
sahte:
düzmece, taklitçi, yapma-
cıklı.
siyasetvari:
siyaset gibi, siyasî bir
ifade ve tavırla.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
sükûnet:
durgunluk; huzur, sakin-
lik.
sukut:
düşme, düşüş, aşağı inme.
şahid-i sadık:
doğru sözlü şahit.
tarz:
biçim, şekil.
tayın:
ekmek, erzak, yiyecek.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
tesirat:
etkiler, tesirler.
vecih:
cihet, yön.
vicdan:
din, inanç.
zahir:
açık, aşikâr.
adî:
sıradan, basit.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aleyh:
zıt, karşıt.
azamî:
en fazla, en çok, niha-
yet derecede.
bezirgân:
mesleğini sadece
kazanç için kullanan kimse.
dava:
takip edilen fikir, iddia,
ülkü.
dereke:
alt seviye, alt derece.
dünyevî:
dünyaya ait.
fevkalâde:
olağanüstü.
gaddar:
çok fazla zulüm ve
haksızlık eden.
hakikat:
gerçek, doğru.
hariç:
dışında.
hasbihâl:
hâlleşme; görüşüp
konuşma, sohbet.
hasretme:
adama, vakfetme.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
idare:
geçim.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme.
iktisat:
tutum, lüzumundan
fazla veya eksik harcamalar-
dan kaçınma.
iman:
inanç, itikat.
islâmî:
İslâm’a uygun.
istihsal:
hasıl etme, meydana
getirme, elde etme, üretme.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
1.
Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım.