Hiçbir kalabalık yere gidemiyor. Hatta camiye de gide-
miyor. odasından çıktığı vakit, hemen hususî otomobili-
ne
(
*
)
bir veya iki hizmetçisiyle biner. Bazen de haftada
bir veya iki defa kira ile tuttuğu eğirdir’deki evine gidi-
yor. Birkaç saat kaldıktan sonra yine Isparta’daki
ikàmetgâhına dönüyor.
Bugün de yine eğirdir’e gitmişti. tam evinin önünde
birisi rast geldi ve bize hitaben, “derhal Isparta’ya dön-
menizi emrediyorum” dedi. Biz önce kim olduğunu bile-
medik. sonra anladık ki, eğirdir’e birkaç gün evvel Van
vilâyetinin bir kazasından gelen yeni kaymakam imiş.
Biz, “Hangi kanun veya hangi talimat ve nizamnameye
istinaden arabamızın önüne geçip flehre girmeyi men
ediyorsunuz?” diye bu keyfî ve kanunsuz harekete muka-
vemet edeceğimiz anda, üstadımız said nursî bizi bun-
dan men etti. Hem de said nursî’ye sarsılmaz bir bağlı-
lık ve büyük bir hürmetleri olan flehirli ve köylü ahalinin
hususan pazar münasebetiyle bugün kalabalık olmasıyla,
kanun hilâfına hareket ettirilen bir kimsenin yüzünden
çıkacak herhangi bir hâdiseyi önlemek için geriye dönül-
müfltür.
Şöyle kanaatimiz geldi ki: üstadımız said nursî siya-
sete kat’iyen karıflmadığı ve insanlarla görüflmediği hâl-
de, risale-i nur’un Anadolu ve flark vilâyetlerinde ve hat-
ta âlem-i İslâm’da fevkalâde bir hüsn-i kabul görmesi ve
Ankara’da hükûmetin müsaade ve teyidiyle büyük mec-
mualarının resmen tab edilmesi ve bütün mahkemelerin-
den beraat kazanması sebebiyle, risale-i nur’la alâkadar
ahali:
halk.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
beraat:
serbest kalma, suçsuz bu-
lunma, aklanma.
defa:
kere, kez, yol.
evvel:
önce.
fevkalâde:
olağanüstü.
hâdise:
olay.
hilâfına:
zıddına, tersine, aksine.
hitaben:
hitap ederek, söyleye-
rek.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
hürmet:
saygı.
hüsn-i kabul:
iyi karşılamak, gü-
zellikle kabul etmek, benimse-
mek.
ikametgâh:
ikamet yeri, oturulan
yer, ev, hane.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
kanaat:
inanma.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kaza:
ilçe.
keyfî:
kanuna uymayarak,
keyfe, arzuya bağlı.
mecmua:
tertip ve tanzim
edilmiş şeylerin hepsi, kolek-
siyon.
men:
yasak etme, engelleme.
mukavemet:
karşı koyma, da-
yanma, direnme.
münasebet:
vesile, -dan do-
layı.
müsaade:
izin.
nizamname:
tüzük metni, ilgili
yerlere bildirilen resmî hü-
kümler.
resmen:
resmî olarak, resmî
bir şekilde.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
şark:
doğu.
tab:
basma.
talimat:
bir iş görülmesi için
üst makam tarafından verilen
yazılı veya sözlü emir, direk-
tif.
teyit:
doğrulama, doğru çı-
karma, destekleme.
vilayet:
il.
*
Bu, Üstadımızın ekser günler teneffüs için kırlara çıktığında benzin ücretini vererek bindiği
otomobildir.
| 826 | Emirdağ Lâhikası – ıı