olan çok büyük bir kitle demokrat lehinde olarak hare-
ket ettiklerinden ve bilhassa bu vaziyet şark vilâyetlerin-
de pek zahir müşahede edildiğinden, nur talebeleriyle
hükûmetin mâbeynini bozmak için bazı gizli zındıklar ve
eski parti taraftarlarının plânıyla bu yeni kaymakamı,
asayiş ve din aleyhinde olan, böyle muâmeleye vesile
yapmışlar.
üstadımız en cebbar firavunlara karşı bile izzet-i İslâ-
miyeyi muhafaza edip baş eğmediği ve hatta esareti vak-
tinde rus’un başkumandanına kıyam etmeyerek ve idâmı
kabul edecek derecede bir izzet-i diniyeyi taşıdığı hâlde, bu
mübarek vatanda asayişe zarar gelmemek için, en küçük
bir jandarmanın dahi hürmetsiz ve ismetsiz muâmelesine
ses çıkarmıyor, sabırla karşılıyor. sebebi de kur’ân’ın bir
kanun-i esâsîsi olan
(1)
…'
ôr
No
G n
Qr
Rp
h l
In
Qp
RGh o
Qp
õn
J n
’n
h
sırrıyla, “Bir
adamın cinayetiyle başkası mes’ul olamaz; kardeşi de
olsa.”
said nursî risale-i nur’u okuyanlara, hususan bütün
Vilâyat-ı Şarkiyedekilere nur dersleriyle demiş ki: “dâhi-
lî asayişe ilişmek, yüzde on cani yüzünden doksan masu-
ma zulüm ve zarar etmektir. onun için, risale-i nur’u
okuyanlara ilişmek değil, muhafaza etsinler.” İşte bu sır
için siyasete ilişmiyor. Asayişi bütün kuvvetiyle muhafa-
zaya çalışıyor. Yine bugün de, bu müessif hâdiseden do-
layı kaymakama hiddet etmemiş, bilâkis selâm göndere-
rek hakkını helâl ettiğini bildirmiştir. Asayiş lehinde izze-
tini ve milletin ahireti için dünyasını ve hatta lüzum olsa
Emirdağ Lâhikası – ıı | 827 |
izzet-i diniye:
dinin gerektirdiği
haysiyet, yücelik.
izzet-i islâmiye:
İslâm’ın gerektir-
diği haysiyet, şeref, yücelik.
kanun-i esasî:
ana prensipler,
anayasa.
kıyam:
kalkma, ayağa kalkma.
kitle:
insan topluluğu.
leh:
fayda, taraf.
mabeyn:
ara.
masum:
suçsuz, kabahatsiz, gü-
nahsız.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
muamele:
işlem.
muhafaza:
koruma.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müessif:
esef veren, eseflendiren,
keder veren, üzücü.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
Nur:
Risale-i Nur, Risale-i Nur hiz-
meti.
parti:
siyasî kuruluş.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabır:
dayanma, katlanma, zorluk-
lara dayanma gücü.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
sır:
gizli hakikat.
şark:
doğu.
talebe:
öğrenci.
vaziyet:
durum.
vesile:
aracı, vasıta.
vilâyat-ı şarkiye:
şark vilayetleri,
doğu illeri.
vilayet:
il.
zahir:
açık, aşikâr.
zındık:
Allah’a ve ahirete inanma-
yan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aleyh:
zıt, karşıt.
asayiş:
emniyet; korku ve en-
dişeden uzak olma.
başkumandan:
başkomutan,
bir devletin silahlı kuvvetleri-
nin en yüksek rütbelisi.
bilâkis:
aksine, tersine.
bilhassa:
özellikle.
cani:
cinayet işlemiş, kimse.
cebbar:
zorba.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katil.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile
ilgili.
esaret:
esirlik, tutsaklık, hü-
küm altında bulunma.
firavun:
zalim, imansız; kibirli,
gururlu ve inatçı.
hâdise:
olay.
helâl:
bağışlama, alacağından
vaz geçme.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hürmet:
saygı.
idam:
ölüm.
ismet:
namus.
izzet:
değer, itibar, şeref, yü-
celik.
1.
Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’am Suresi: 164; İsra Suresi: 15; Fatır
Suresi: 18; Zümer Suresi: 7.)