Herhangi bir din âlimine, bir bahane ile peygamberlik
isnadını yapmak, doğrudan doğruya İslâmiyete bir taar-
ruz ve kur’ân’a bir ihânettir.
üstadımız said nursî bütün ömrü müddetince sünnet-i
seniyeye ittiba etmiş ve bir sünnet-i seniyeye muhalif
hareket etmemek için idam cezalarını hiçe saymış ve
sünnet-i seniyeyi ihya ve imanı muhafaza uğrunda 130
parça eser telif etmiştir. Hunhar din düşmanlarına karşı
hayatını istihkâr ederek mücâhede etmiş ve nihayet
muvaffak ve muzaffer olmuştur.
evet, ittiba-ı sünnet-i Ahmediyeye dair yazdığı bir ese-
ri otuz seneden beri binlerce nüsha neşrolmuştur. Fahr-i
kâinat, resul-i ekrem (
AsM
) efendimizin son ve hak
peygamber olduğuna dair muazzam bir eseri olan Mu’ci-
zat-ı Ahmediye kitabı da meydandadır. Hakikat-i hâl
böyle olduğu hâlde, said nursî’ye böyle bir ittihâmı ya-
panların, hak ve hakikatten, insaf ve vicdandan ne kadar
uzak oldukları kıyas edilsin. Bu ittihamı yapmak, fleytan-
ların bile hatırından geçmez.
Bu hâdisenin bir sebebi flu olmak kavidir ki: risale-i
nur, aile hayatına büyük bir faide verip hanımların iffet
ve namus ve ismetle ve saadetle hayat geçirmelerini te-
min ettiğinden, kadınlar risale-i nur’a çoklukla rağbet
göstermektedirler. Buna bir hüsn-i misal olarak hanım-
ların neflrolunan birkaç makalesini din düflmanları
görmüfller ve bolfleviklik hesabına birtakım uydurma
bahanelerle hücuma geçmifllerdir. Fakat asla muvaffak
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
bahane:
vesile, sebep.
Bolşeviklik:
Rus komünizmi taraf-
tarlığı.
dair:
alakalı, ilgili.
eser:
telif, kitap, yayın.
Fahr-i kâinat:
kâinatın övüncü,
kâinatın kendisiyle övündüğü zat
olan Peygamberimiz (asm).
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i hâl:
durumun gerçek
yönü, işin aslı.
hunhar:
kan içen, kan döken, za-
lim.
hüsn-i misal:
güzel örnek.
idam:
ölüm.
iffet:
helâle razı olup haramdan
kaçınma.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
iman:
inanç, itikat.
ismet:
günahsızlık, masumluk.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
istihkâr:
hakir görme, hor görme,
küçümseme, kıymet vermeme.
itham:
suç isnat etme, suçlama.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat
etme.
ittiba-ı sünnet:
Peygamberimiz
(asm) sünnetine uyma.
ittiham:
suçlama.
kavi:
kuvvetle muhtemel.
| 836 | Emirdağ Lâhikası – ıı
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi
başka bir şeye benzeterek hü-
küm verme.
muazzam:
ehemmiyetli,
önemli.
mu’cizat-ı ahmediye:
Risale-
i Nurda Peygamberimiz muci-
zelerinin anlatıldığı eser.
muhafaza:
koruma.
muhalif:
zıt, aykırı.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muzaffer:
üstün gelmiş, üs-
tünlük elde etmiş, zafer ka-
zanmış, yenmiş, galip gelmiş.
mücahede:
savaşma, müca-
dele.
namus:
edep, hayâ, ahlâk,
doğruluk gibi faziletlerin so-
nucu olan ve yüksek değer ta-
şıyan haslet.
neşir:
yayım, yayın.
nihayet:
en sonunda.
nüsha:
kitap.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlahî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebi.
rağbet:
istek, arzu, meyil.
resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
saadet:
mutluluk.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
telif:
eser yazma.
temin:
sağlamlaştırma, sağ-
lama.
vicdan:
din, inanç.