Emirdağ Lâhikası - page 844

“Biz şimdi ulûm-i an’ane ve ulûm-i diniyeden ziyade
garplılaşmaya ve medeniyete muhtacız.”
Ben de cevaben dedim:
siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa
da, ekser enbiyanın Asya’da, şarkta zuhuru ve ekser hü-
kemanın ve feylesofların garpta gelmelerinin delâletiyle
Asya’yı hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesira-
tından ziyade hiss-i dinî olduğu hâlde, bu fıtrî kanunu na-
zara almayarak garplılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi
bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız dahi, dört-beş bü-
yük milletlerin merkezinde olan Vilâyat-ı Şarkiyede mil-
let, vatan selâmeti için dine, İslâmiyetin hakaikine
kat’iyen tarafdar olmak, size lâzım ve elzemdir. Binler
misallerinden bir küçük misal size söyleyeceğim:
Ben Van’da iken, hamiyetli kürd bir talebeme dedim
ki: “türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. sen onlara
ne niyetle bakıyorsun?” dedim.
dedi: “Ben Müslüman bir türk’ü, fasık bir kardeşime
tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkada-
rım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.”
“Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben
esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. esâretten gel-
dikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı ak-
sülâmel ile o da kürdcülük damarıyla başka bir mesleğe
girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hatta dinsiz
de olsa bir kürdü salih bir türk’e tercih ediyorum.”
aksülamel:
tepki, reaksiyon.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
an’ane-i islâmiye:
İslâmî gelenek.
cerh:
bir iddiayı, bir fikri çürütme.
cevaben:
cevap olarak, karşılık
şeklinde.
cihet:
yan, yön, taraf.
cilve:
tecelli, görüntü.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar.
ekser:
pek çok.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
enbiya:
nebiler, peygamberler.
esaret:
esirlik, harp esirliği, tutsak-
lık.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz etme,
olmayacak bir şeyi olacakmış gibi
düşünme.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı ha-
reket eden, günahkâr.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından inceleyen
ilim.
fen:
tatbiki bilgi, teknik.
fıtrî:
tabiî, doğal.
filozof:
felsefe ile uğraşan, filozof.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
garp:
batı.
gayet:
son derece.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikî:
gerçek.
hamiyet:
gayret.
hiss-i dinî:
din duygusu.
hizmet:
görev, vazife.
hükema:
âlimler, çok bilgili kim-
seler, feylesoflar, filozoflar.
ırk:
millet, milliyet.
ihtilâl:
mevcut idareyi veya rejimi
| 844 | Emirdağ Lâhikası – ıı
zor kullanarak değiştirme.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
Allah izin verirse.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
lâdinî:
din dışı, dinsiz, dinle
alâkası olmayan.
maddiyyun:
maddeyi ezeli ve
ebedi kabul edenler.
medeniyet:
uygarlık, medenî-
lik.
mektep:
okul.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
misal:
örnek, numune.
muallim:
öğretmen.
mu’cize-i kur’âniye:
Kur’ân’a
ait mu’cize.
nam:
ad.
nazar:
dikkat.
niyet:
maksat, meram.
salih:
dinin emir ve yasakla-
rına uygun hareket eden,
takva sahibi, müttakî.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şark:
doğu.
tabiiyyun:
tabiatçılar, mater-
yalistler, tabiata tapanlar.
talebe:
öğrenci.
taraftar:
taraflı, destekçi.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tesirat:
etkiler, tesirler.
uhuvvet-i islâmiye:
İslâm
kardeşliği.
ulûm-i an’ane:
gelenek hâline
gelmiş, klasik ilimler.
ulûm-i diniye:
dinî ilimler.
vilâyat-ı şarkiye:
şark vilayet-
leri, doğu illeri.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
zuhur:
ortaya çıkma.
1...,834,835,836,837,838,839,840,841,842,843 845,846,847,848,849,850,851,852,853,854,...1032
Powered by FlippingBook