camiinde bir yer bularak orada yalnızlığa çekildi. İstan-
bul’da dârülhikmeti’l-İslâmiye azalığı gibi cazip ve şaşa-
alı bir hayat içinde iken, Yuşa tepesinde kimsesizliği ter-
cih etti. Van’a döndüğünde pek çok eski ve yeni talebe-
leri arasında sürurlu bir ömrü istemeyerek erek dağında-
ki bir mağaraya kapandı. en son defa otuz senede gör-
düğü emsalsiz zulümlerin neticesi olarak hapishanelere
gönderildiği zaman, kanunen tecrit müddeti on beş gün
olmasına rağmen, yirmi ay ve hatta bütün hapis müdde-
tince tecrit-i mutlakta tutulduğu hâlde kimseye şekvâ et-
medi.
Bütün bu hâller gösteriyor ki, üstadımızın fıtratında
inziva daima hüküm sürmüştür. Fakat ihtiyarlığında pek
çok yardıma, hizmete, sohbete muhtaç olduğu bir vakit-
te bunun devam etmesi için, bir nevi hastalık hâleti veril-
miş. Beş dakika konuşsa, şiddetli bir hararet başlıyor, se-
si çıkmıyor. Hatta Şafiî mezhebinde olduğu için, namaz-
da Fatiha’yı kendisi işitecek derecede okuması lâzım ge-
lirken, hastalık sebebiyle sesi çıkmadığından, mezheb-i
Hanefî’yi takliden namazlarını eda ediyor. Bu hastalığı-
na dair iki mühim doktorun iki raporu var. İstenilirse
gösterilecektir.
Şimdi risale-i nur’un fevkalâde fütuhatı ve âlem-i İs-
lâm’da dahi fevkalâde bir hüsn-i kabule mazhar olması
hengâmında, düşmanlar dahi dostlara inkılâp ettiği bir
zamanda risale-i nur’un azamî ihlâsını –ki rıza-i İlâhîden
başka dünyevî, uhrevî hiçbir rütbeye, makama alet et-
memek– muhafaza için, dehşetli bir merdumgiriz, yani
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aza:
üye.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
cazip:
çekici, cazibeli.
dahi:
bile.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
dair:
alakalı, ilgili.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dünyevî:
dünyaya ait.
eda:
yerine getirme.
emsalsiz:
benzersiz.
fevkalâde:
olağanüstü.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fütuhat:
zaferler, fetihler, galibi-
yetler.
halde:
durumda.
hâlet:
hal, durum.
hararet:
ateş, yanma, humma, vü-
cutta meydana gelen aşırı sıcak-
lık.
hengâm:
zaman, devir, çağ, sıra,
vakit.
hüküm:
yürürlükte kalma.
hüsn-i kabul:
iyi karşılamak, gü-
zellikle kabul etmek, benimse-
mek.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek ba-
şına yaşama, dünya işlerinden vaz
geçme, dünyadan el-etek çekme.
kanunen:
kanuna göre, kanunca,
kanuna uyarak, kanun yolu ile.
lâzım:
lüzumlu, gerekli.
| 850 | Emirdağ Lâhikası – ıı
makam:
büyük yer, mevki.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.
merdümgiriz:
insanlardan sı-
kılan, kalabalıktan hoşlanma-
yıp yalnızlık isteyen.
mezheb-i hanefiye:
Hanefî
mezhebi; İmam-ı Azam Ebu
Hanife’nin kurmuş olduğu
mezhep.
mezhep:
dinde tutulan yol,
dinde anlayış ve ibadet yolu.
muhafaza:
terk etmeme, de-
ğiştirmeme, bırakmama.
muhtaç:
ihtiyacı olan, kendi-
sine bir şey lâzım olan, ihtiyaç
içinde bulunan, bir eksiği olup
onu tamamlamak isteyen.
müddet:
süre, zaman.
müddetince:
süresince.
mühim:
lüzumlu, gerekli.
nevi:
çeşit.
rağmen:
aksine, karşı.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
rütbe:
sıra, derece, mertebe,
paye.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şaşaa:
gösteriş, debdebe.
şekva:
şikayet.
takliden:
taklit ederek, taklit
olarak, benzerini yaparak.
talebe:
öğrenci.
tecrit:
hücre hapsi; bir kişinin
başkalarıyla olan ilişkisini
kesme.
tecrid-i mutlak:
hiç kimseyle
görüşememek, tam bir yalnız-
lık.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vakitte:
zamanda.
zulüm:
haksızlık, eziyet, iş-
kence.