Œ
3 6 5
œ
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ªr
°SÉp
H
UmumdostlarımaveNurkardeşlerime
buvasiyetiilânediyorum:
Ben şahsım itibarıyla vazife-i nuriyeyi yapmaya tâka-
tim kalmamış. Belki ihtiyaç da kalmamış. Hem mütead-
dit tesemmümlerle ve çok ihtiyarlık vaziyetiyle ve hasta-
lıkla, şimdiki hayatta kalmak, tahammülüm kalmamış
gibidir. Şayet müştak olduğum ölüm elime geçmese de,
zahirî hayatımda ölmüşüm gibi diye bu vasiyetimi yazı-
yorum.
Hâlık-ı rahman-ı rahîm’e hadsiz şükür olsun ki, bun-
dan altmış yetmiş sene evvel hilâf-ı âdet olarak tahsil-i
ilim, hususan ilm-i imanî yolunda başkaların muaveneti-
ne yalvarmamak ve tam fakr-ı hâliyle beraber eski said
çocukluk, gençlik zamanında talebelerine tayınlarını ken-
di vermeye çalıştığı ve ancak kısa bir zaman beş tayın
kabul edip mütebakî talebelerine, bazen yirmi otuz tale-
besine tayın verdiğinden, ilmi, vasıta-i cer etmeye o tale-
beler mecbur olmadılar. İktisad ve kanaatle o zaman
muvaffak oldukları gibi, Cenab-ı erhamürrahimîn’e
hadsiz şükür olsun ki, eski said gibi şimdi risale-i nur
kendi hakikî talebelerinin tayınlarını neşriyatıyla
mükemmel vermeye başlamış. Azamî ihlâsı kırmamak
için, risale-i nur has talebelerine, hususan nafakasını te-
darik edemeyenleri tam tamına idare edecek derecede
Emirdağ Lâhikası – ıı | 855 |
muavenet:
yardım, yardım etme,
yardımcılık, teavün.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
mütebaki:
geri kalan kısım.
neşriyat:
yayımlanmış şeyler, ba-
sılıp dağıtılan yazılar, eserler, ma-
kaleler.
şayet:
eğer, eğer ki, ola ki, olabilir
ki, olur ki.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tahsil-i ilim:
ilim tahsili, ilim öğ-
renme.
takat:
bir şeyi yapabilme, başara-
bilme gücü, güç, kuvvet, derman.
talebe:
öğrenci.
tayın:
ekmek, erzak, yiyecek.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
tesemmüm:
zehirlenme.
umum:
bütün.
vasıta-i cer:
cer vasıtası, bir şeyi
herhangi bir menfaate vasıta
yapma, alet etme.
vasiyet:
bir kimsenin öldükten
sonra yapılmasını istediği şeyler
için, sağlığında verdiği emir ve ıs-
marlama.
vazife-i Nuriye:
Risale-i Nur vazi-
fesi, hizmeti.
vaziyet:
durum.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dışa
ait olan.
azamî:
en fazla, en çok, niha-
yet derecede.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
ina-
yet ve rahmet, yardım ve lütuf
sahiplerinin en merhametlisi
olan, şeref ve azamet sahibi
olan yüce Allah (c.c.).
evvel:
önce.
fakr-i hâl:
hâli, yaşayışı fakirce
olan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
hâlık-ı rahman-ı rahîm:
ya-
rattıklarının rızıklarını veren,
onlara merhamet eden yara-
tıcı. Allah.
has:
iyi nitelikleri kendinde
toplamış olan, kişi.
hilâf-ı âdet:
âdete aykırı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
nafaka:
geçimlik, geçinmek
için gerekli olan şey.
idare:
yetme, yeter olma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
iktisat:
tutum, lüzumundan
fazla veya eksik harcamalar-
dan kaçınma.
ilân:
yayma, duyurma, bil-
dirme.
ilm-i imanî:
iman ilmi.
itibarıyla:
bakımından.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
mecbur:
zorunda olma, zo-
runda kalma.
1.
Allah’ın adıyla. Onu her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz.