Hem tarikate dair en küçük bir emareye vaktiyle
müsadere edilip sonra bilâkaydüflart sahiplerine iade edi-
len risale-i nur kitapları ve mektupları arasında tesadüf
edilmemifltir. Bilâkis, üstadımız said nursî’nin mektup-
larında ve müdafaalarında kat’î bir lisanla beyan ettiği,
“zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanı-
dır. tarikatsiz cennete giden pek çok, fakat imansız cen-
nete giden yoktur” ifadesi mevcuddur.
Bu sarahate ve bütün mahkeme ve müddeiumumîlerin
otuz seneden beri tarikat hususunda en küçük bir delile
tesadüf edememelerine mukabil, dini ortadan kaldırmak
isteyen ve bugünkü İslâmî inkiflafı bir türlü hazmedeme-
yen, dine lâkayt, hatta aleyhindeki bir güruh hakikat-i İs-
lâmiyete tarikat namını verip kendi efkârları lehine bu
vatanda bir zemin ihzar etmek peflindedirler. elbette her
defasında olduğu gibi, gizli dinsizlerin entrikalarıyla,
plânlarıyla ihdas edilen bu vâkıa, bu vatan ve milletin le-
hine olarak tecelli edecektir. Ve Aydın ve nazilli mahke-
meleri de adaletli seleflerine ittibaen nur Şakirtlerini teb-
rie edeceklerdir.
risale-i nur’un bütün vatan sathında ve hatta âlem-i
İslâm ve Avrupa’nın pek çok yerlerinde hüsn-i kabule
mazhar olması ve türkleri, âlem-i İslâm’la eski ittihada
muvaffak edecek bir dünyevî semeresi nur Şakirtlerinin
niyetlerinde olmadan netice vermesi ve hükûmetin biz-
zat İslâmiyete, dine, vicdan hürriyetine tam kıymet verip
eski hükûmetin tahribatlarını tamire çalıflması ve mu-
kaddesata tecavüz edenlerin tenkili hakkında bir kanun
Emirdağ Lâhikası – ıı | 833 |
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
leh:
fayda, taraf.
lisan:
dil.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mukabil:
karşılık.
mukaddesat:
mukaddes, kutsal,
temiz ve yüce olan şeyler.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müdafaa:
savunma.
müddeiumumî:
savcı.
müsadere:
toplatma, elden alma.
nam:
ad, isim.
niyet:
maksat, meram.
Nur:
Risale-i Nur, Risale-i Nur hiz-
meti.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sarahat:
ifadedeki açıklık, açık an-
latım.
satıh:
yüzey.
selef:
daha önce yaşamış olan
kimse, cet, ata.
semere:
meyve, güzel netice.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tamir:
onarma, düzeltme.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
tebrie:
bir kimseyi şüpheden ve
zan altından kurtarma, birini te-
mize çıkarma.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
tenkil:
uslandırmak için cezalan-
dırma, başkalarına ders ve ibret
olacak şekilde ceza verme.
tesadüf:
rast gelme, rastlantı; ön-
ceden bilinmeyeni, hesaplanma-
yan karşılaşma.
vakıa:
olay.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zemin:
temel, dayanak.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, hakkaniyet, âdillik.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyh:
zıt, karşıt.
beyan:
anlatma, açıklama.
bilâkaydüşart:
kayıtsız ve
şartsız.
bilâkis:
aksine, tersine.
bizzat:
kendisi, şahsen.
dair:
alakalı, ilgili.
defa:
kere, kez, yol.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
dünyevî:
dünyaya ait.
efkâr:
düşünceler, fikirler, gö-
rüşler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
entrika:
bir çıkar sağlamak
veya birine zarar vermek
maksadıyla hazırlanan düzen,
hile.
güruh:
cemaat, topluluk, kı-
sım.
hakikat-ı islâmiyet:
İslâmi-
yet’in aslı, esası, gerçeği.
hazım:
tahammül etme.
husus:
mevzu, konu.
hüsn-i kabul:
iyi karşılamak,
güzellikle kabul etmek, be-
nimsemek.
iade:
geri verme.
ihdas:
icat.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
iman:
inanç, itikat.
inkişaf:
gelişme.
islâmî:
İslâm ile alâkalı, İslam’a
ait.
ittibaen:
ittiba ederek, tabi
olarak, uyarak.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kıymet:
değer.