zamandaki işaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir
hikmeti olduğuna kat’iyen kanaatim geldiğinden, vasi-
yetnamemin ahirinde beyan ediyorum:
Bu vasiyetname benden sonra bâkî kalan tayınat için-
de de konulsun, tâ ki bazı insafsız insanlar “Bu said gün-
de beş on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı
hâlde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede bul-
du?” dememek için bu hakikati izhar etmek münasip
olur.
Şimdi manevî evlâtlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan
zübeyir, Ceylân, sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah,
Mustafa gibi ve has ve halis nurun kahramanları olan
Hüsrev ve nazif, tahirî, Mustafa gül gibi zatların neza-
retinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet edi-
yorum.
SaidNursî
ì®í
Œ
3 5 8
œ
[Bazı gazetelerde çıkan yalanlar hakkındaki bir tekzibi
bera-i malûmat gönderiyoruz.]
Bazı muhalif gazeteler, risale-i nur talebelerine tek-
rar “tarikat kurmuşlar” ittihamını yaptıklarını gördük.
Bunun hakikatle hiçbir alâkası yoktur. Bu husus risale-i
nur davasını gören 10’a yakın Ağır Ceza Mahkemesinin
kat’iyet kesb etmiş kararlarıyla sabittir.
ahir:
son.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
bâkî:
daimi, sonsuz.
bera-i malûmat:
bilgi ve malûmat
için, bilgi vermek için.
beyan:
anlatma, açıklama.
dava:
yargı konusu, sav.
düstur:
kaide, esas, prensip.
evlât:
çocuklar.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hakikat:
gerçek, doğru.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
husus:
iş, keyfiyet.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili işa-
ret; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait ve-
rilen haberler, işaret yolu ile yapı-
| 832 | Emirdağ Lâhikası – ıı
lan açıklamalar.
itham:
suç isnat etme, suç-
lama.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kanaat:
inanç, inanış.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kesb:
kazanma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
miras:
veraset yoluyla geçen
şey, ölen kimseden akrabala-
rına ve yakınlarına kalmış olan
mal, mülk, para.
muhafaza:
koruma.
muhalif:
muhalefet eden, bir
fiil ve düşünceye karşı zıt dü-
şüncede bulunan.
münasip:
uygun.
nezaret:
gözetme, bakma.
Nur:
Risale-i Nur, Risale-i Nur
hizmeti.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
talebe:
öğrenci.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
tayınat:
erzak, yiyecek, gıda,
tayınlar, tayin edilen parça
veya miktar.
tekzip:
yalanlama, yalan ol-
duğunu söyleme.
vasiyet:
bir kimsenin öldük-
ten sonra yapılmasını istediği
şeyler için, sağlığında verdiği
emir ve ısmarlama.
vasiyetname:
yazılı vasiyet,
bir kimsenin vasiyetini yazmış
olduğu kâğıt.
zat:
kişi, şahıs.