hüsnüzanlarını reddedip, o has kardeşlerinin hatırlarını
kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında onların kendi
hakkında medihlerini ve ziyade hüsnüzanlarını kırması
ve kendini fazîletten mahrum gösterip, bütün fazîleti
kur’ân’ın tefsiri olan risale-i nur’a ve dolayısıyla nur
Şakirtlerinin şahs-ı manevîsine verip, kendini adî bir hiz-
metkâr bilmesi kat’î ispat ediyor ki, şahsını beğendirme-
ye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği hâlde, onun
rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden, onun hak-
kında ziyade hüsnüzan edip medhetmek gibi bir makam
vermesi ve kütahya havalisinde tanımadığı bir vaizin
bazı sözleriyle ve kütahya’ya kendim hiçbir mektup gön-
dermediğim hâlde ve benim imzamı taklit ile ve medar-ı
mes’uliyet tevehhüm edilen bir mektup ile ve kimin ya-
zısı bilinmeyen dokunaklı bir kitap Balıkesir’de bulunma-
sıyla, acaba hangi kanunla medar-ı mes’uliyet olur ki, o
bîçare ve hasta, çok ihtiyar, garip ve münzevî adamın
odasına, bir cinayet işlemiş gibi kilidini kırıp taharri me-
murlarını sokmak, hem evradından ve levhalarından
başka bahane bulamamak, acaba dünyada hiçbir kanun,
hiçbir siyaset bu taarruza müsaade eder mi?
Ye d inc i s i :
Bu sırada, dâhilde, o kadar dâhilî-haricî
heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifa-
de etmek, yani mahdut birkaç arkadaşına bedel ve çok
diplomatları kendisine taraftar kazanmak için zemin ha-
zırken, sırf siyasete karışmamak ve ihlâsına zarar verme-
mek ve hükûmetin nazarını kendine celp etmemek ve
dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına
Emirdağ Lâhikası – ı | 481 |
asılan hat.
mahdut:
sınırlı, belirli.
mahrum:
bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
makam:
manevî mevki.
medar-ı mes’uliyet:
sorumluluk
sebebi.
medih:
övmek.
medih:
övme.
münzevi:
inzivaya çekilen, köşeye
çekilmiş, yalnız.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
nazar:
bakış, fikir.
Nur:
Risale-i Nur.
parti:
aynı siyasî gaye etrafında
birleşenlerin meydana getirdiği
kuruluş, fırka, hizip.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taarruz:
saldırma, sataşma, ilişme.
taharri:
arama, araştırma.
taklit:
benzetme, bir şeyin sahte-
sini yapma.
taraftar:
taraflı, bir tarafı destek-
leyen.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tevehhüm:
asılsız düşünme.
vaiz:
vaaz eden, ibadet yerlerinde
dinin emir ve yasaklarını anlatarak
nasihat eden din görevlisi.
zemin:
temel, dayanak.
ziyade:
gerekenden fazla.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bedel:
karşılık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
cevabî:
cevap, karşılık, cevaba
ait, cevap mahiyetinde.
cinayet:
cana kıyma, katil
veya bu derecede ağır bir suç.
dâhil:
ülke içerisi.
dâhilî:
içe ait; yurt içi.
diplomat:
millet meseleleri ve
siyaset noktasında söz sahibi
olan.
evrat:
virtler, okunması âdet
olan dinî dualar.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
garip:
gurbette, kendi mem-
leketinin dışında bulunan, ya-
bancı.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile
ilgili.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel ka-
naat.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf
Allah rızası için yapma.
ihtiyar:
yaşlanmış kimse, yaşlı.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
levha:
çerçevelenerek duvara