İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki, idare ve asayişe kat’iyen
ilişmediğimiz gibi, bütün arkadaşlarımıza da o derece
tavsiye etmişim ki, üç vilâyetin insaflı zabıtalarının bir
kısmı itiraf etmişler ki, “Bu nur Şakirtleri manevî bir za-
bıtadır, idare ve asayişi muhafaza ediyorlar” dedikleri ve
bu hakikate binler şahit ve yirmi sene hayatıyla tasdik ve
binler şakirtlerin de zabıtaca hiçbir vukuat kaydetmeme-
siyle tasdik ve teyit ettikleri hâlde, o bîçare adamın ihti-
lâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak ve in-
safsız adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde bir şey
bulamamakla beraber, yüz cinayeti bulunan bir adam gi-
bi, hatta kur’ân’ı ve başındaki levhalarını evrak-ı muzır-
ra gibi toplamak, acaba dünyada hangi kanun buna mü-
saade eder?
Al t ı nc ı s ı :
Bundan otuz sene evvel, Cenab-ı Hakkın
inayetiyle, dünyada muvakkat şan ü şeref ve enaniyetli
hodfüruşluk ve şöhretperestlik ne kadar zararlı ve ne ka-
dar faydasız ve manasız olduğunu, hadsiz şükür olsun ki,
kur’ân’ın feyziyle anlamış bir adam, o zamandan beri
bütün kuvvetiyle nefs-i emmaresiyle mücadele edip,
mahviyet etmek ve benliği bırakmak ve tasannu ve riya-
kârlık yapmamak için, elinden geldiği kadar çalıştığına
ona hizmet veya arkadaşlık edenler kat’î bildikleri hâlde
ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı
ziyade hüsnüzan ve teveccüh-i nas ve şahsını methü-
senadan ve kendini manevî makam sahibi olduğunu
bilmekten, herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle
kaçtığını, hem has kardeşlerinin, onun hakkındaki
asayiş:
kanun ve nizam hakimi-
yetinin sağlanması.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
cinayet:
cana kıyma, katil veya
bu derecede ağır bir suç.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
evrak-ı muzırra:
zararlı evrak, kâ-
ğıtlar, yapraklar.
evvel:
önce.
feyz:
ilim, irfan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulunup, iyi
olacağını düşünmek.
idare:
memleket işlerinin yürütül-
mesi, çekip çevrilmesi.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihtilâl:
fesat, fitne.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış topluluk, cemiyet.
levha:
çerçevelenerek duvara ası-
lan hat.
mahviyet:
alçak gönüllülük, ken-
| 480 | Emirdağ Lâhikası – ı
dini değersiz gösterme.
makam:
manevî mevki.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
menzil:
oda, yer, mekan.
methüsena:
methedip övme.
muhafaza:
koruma.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
muvakkat:
geçici.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
Nur:
Risale-i Nur.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü,
sahtekâr.
sırr-ı şefkat:
şefkat sırrı; şef-
katin sırrı ve hakikati.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şan:
yüksek makam, rütbe.
şeref:
övünülecek, iftihar edi-
lecek şey.
şöhretperest:
şöhret düş-
künü.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tasannu:
yapmacık.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
teveccüh-i nâs:
insanların il-
gisi, insanların insana vermiş
oldukları değer.
teyit:
doğrulama, doğru çı-
karma, destekleme.
vilayet:
il.
vukuat:
kavga, yaralama gibi
emniyeti ilgilendiren olaylar.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
ziyade:
çok, fazla.