Ben de beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hak-
perestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir or-
dunun şerefini ve zaferini hilâf-ı hakikat olarak M. ke-
mal’e vermediğim için, garazkâr dostları, beni yirmi se-
nedir bahanelerle tazip ediyorlar.
evet, mahkemede ispat ettiğim gibi, “Şerefler, müsbet
hayırlar, maddî-manevî ganimetler orduya, cemaate ve-
rilir, tevzi edilir; kusurlar, menfî icraatlar başa, reise ve-
rilir” diye bir kaide-i hakikatle, “kahraman ordunun ve
bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin za-
ferleri ve şerefleri Mustafa kemal’e verilmez; belki kusur-
lar, hatalar yalnız ona verilir” diye, beni onu sevmemek-
le itham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şe-
reflerini kırmakla ittiham edip, onlara hain-i millet naza-
rıyla bakıyorum. Bu hakikati mahkemede ispat ettiğim
gibi, onun muannit dostlarına da ispat etmeye hazırım.
Ben, bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar
efradı ve zabitlerini severim; hürmetlerini, haysiyetlerini
elimden geldiği kadar muhafaza ediyorum. Benim kar-
şımdaki garazkâr muarızlarım, birtek adamı sevmek yo-
lunda milyonlar efrada manen ihanet, belki adavet edi-
yorlar.
evet, çok emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri
tahrik eden, Mustafa kemal’e itirazımdır ve ona dost ol-
madığımdır. Başka sebepler bahanedir. Bunun için mec-
bur oldum ki, o muarızlarıma derim:
Emirdağ Lâhikası – ı | 487 |
icraat:
işler.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğruyu
delillerle gösterme.
itham:
kabahatli görme, töhmet-
lendirme, suçlu görme, suçlama,
suç isnat etme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
menfi:
olumsuz, müspet olmayan.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhafaza:
koruma.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
müspet:
olumlu.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
reis:
başkan.
şeref:
övünülecek, iftihar edilecek
şey.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
tevzi:
dağıtma, herkese payını
verme.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
adavet:
düşmanlık, husumet.
bahadır:
cesur, yiğit, kahra-
man.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
efrat:
fertler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
ganimet:
savaşta düşmandan
ele geçirilen mal, para vs.
garazkâr:
kinli, düşmanlık gü-
den, garazı olan, kötü kasıt sa-
hibi.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
hakperest:
doğruluk ve hak-
tan taviz vermeyen ve ayrıl-
mayan.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe ve ha-
kikate zıt, aykırı.
hürmet:
haysiyet, şeref.